KADİR İNANIR ??ÇOCUĞUM YOK ÇÜNKÜ DOĞRU KADINI BULAMADIM??
Sanırsınız ki filmlerinde canlandırdığı karakterlere benzer. Aynen filmlerindeki gibi sinirlidir, konuşturmaz, ?Kodu mu oturtur? bir portre çizer gerçek yaşamda da... Bu kanıya kapılmayan bir kişi bile var mıdır aranızda?
Dizilerdeki, filmlerdeki karakterleri gerçek sanma meselesine gelmek lazım esas. Ne dersiniz, Kadir İnanır'ı oynadığı rollerle bütünleştirerek mi
başladık biz bu işe acaba?
O "karaktere inanmış"lardan biri de bendim işte. İnanmayacaksınız, söyleşiyi ayarlamak için her seferinde Kadir İnanır'ı ararken "Kesin ters bir şey
söyleyecek" dedim durdum.
Tabii böyle bir şey oldu mu? Hayır.
Şimdi yalan demeyeyim, telefonu "Ne var uleennn??" diye açmasa da his olarak bu cümleden aşağı kalmadığını söyleyebilirim. Ya da bana öyle geldi,
bilmiyorum.
Buluşana kadar önyargılarımdan sıyrılamadım.
Buz gibi bir İstanbul gününde Bebek Oteli'ne giderken de "Kesin çok asabi bir adamla karşılaşacağım" diye sıkıntı yaptım.
Boşuna. Ne oldu? Bambaşka biri çıktı karşıma. Sakin, konuşması kolay, yumuşak, makul... Bünye zorlanıyor tabii önce Kadir İnanır'la ilgili bu yeni bilgiye alışmaya ama... Bu yeni bir bilgi değil ki aslında! Sadece sen görmüyorsun, hep bildiğin, sert kişiliğe büründüğü rollerin haricinde kimdir Kadir İnanır, bilmiyorsun. Kendi de diyor zaten, "Beni tanımayanlar hakkımda dedikodu yapıyorlar, sonra tanıyınca görüyorlar Hanya'yı, Konya'yı..."
Karşıma "başka biri" çıkınca ezberim bozuldu tabii. Öyle olunca da sohbetimiz başka türlü başladı. Ne sinema, ne siyaset ne de başka bir şey; önce kendimizi, ilişkilerimizi, kadınları, erkekleri konuştuk.
Bu arada aramızda tam 31 yaş var ama sağ olsun, jenerasyon farkını pek hissettirmedi bana...
Hayatı belgesel oluyor
Kadir İnanır, Türk sinema tarihi bir film olsa başrollerinden biridir. Kendini bildi bileli memleketinin sevgilisidir. Orası kesindir. Peki Kadir İnanır neden oyuncudur onu bilir misiniz?
İşte buyurun, kendi ağzından: "Benim oyunculuğum kendi iç meselemdir. Sadece topluma faydalı olma, mesaj verme, yol gösterme ekseni etrafında döner."
Sahi, öyle diyor ve öyle davranıyor: "Nasılsınız Kadir Bey?" diyorum, 'iyiyim' diyor ama cümleyi tamamlarken bile konuyu toplumsal bir meseleye
bağlıyor.
Sadece "Nasılsınız"ı değil başka konuları da; kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkilerden tutun da evliliğe kadar her konuyu sistemden, yönetimden, siyasetten konuşmak için bir fırsat gibi görüyor. Mesela ilişkiler için "Vahşi kapitalizme kurban gitti" diyor. "Eskisi gibi gülen gözler" kalmadı diyor. Herkesin tek tip haline gelmesinden, tüketim toplumunun kuruttuğu sıcak ilişkilerden, kültürün darmadağın olmasına dair düşüncelerinden dem vuruyor.
Öte yandan hiç bilmediğim bir yanını öğrendim bu sohbet arasında. Meğer Kadir İnanır, çok iyi bir arşivci imiş. Kendi filmlerinin backstage'lerinden tutun kendi eliyle yazdığı günlüklere, fotoğraflardan filmlere 41 yıllık tarihin neredeyse gün gün kaydını tutmuş. İşte şimdi bu günlükler, video kayıtları, fotoğraflar bir araya gelecek ve çok yakında bir "Kadir İnanır belgeseli" ortaya çıkacak.
Fikir Kadir İnanır'dan çıkmış ama belgesel yapım işini üstlenen kişi kendisi değil. Tüm dokümanlarını elden geçiriyor, toparlıyor şu anda, çünkü tüm bunları belgeseli yapacak kişiye, Hüseyin Karabey'e teslim edecek.
Hüseyin Karabey belgesel türünde yeni bir anlatım dili kullandığı "Gitmek-My Marlon and Brando" ile geçen yıl dikkatleri üzerine çeken bir yönetmen... Kadir İnanır belgeselinde de harikalar yaratacağına bir şüphe yok.
Bu arada, yarın prime time vaktinde gözünüz televizyonda olsun. Neden mi? Çünkü Kadir İnanır'la Fırat Doğruloğlu'nun birlikte oynadığı Petrol Ofisi'nin reklam filmi ilk kez bu zaman diliminde yayınlanacak...
Kadınlarla erkeklerin doğru dürüst ilişki kuramamasını ekonomiye bağlıyorsunuz. Tek sıkıntımız bu mu yani?
- Ekonomi bozuksa, büyük tatlı laflarla beslenen aşk hüsrana dönüşüyor. Başka faktörler de vardır tabii ama temelde ekonomi. İnsan artık eskisi gibi fedakârlık yapamıyor. Acımasızlaştı her şey. Kapitalizm vahşileşince sürekli güçlü olmak zorundasın. Güçsüz olursan, seni bir kenara atıveriyor. İnsani değerleri yok sayıyor. Şarkıları, türküleri, güzel gözleri yok ediyor. Kapkara, puslu, sisli karakterler yaratıyor. Benim bütün feryadım buna. Silkinip kendimize gelmemiz lazım, kandırıldığımıza uyanmamız lazım.
Siyasi tavrınızı hayata geçirebilirsiniz, "siyaset yapmak" manasında yani. Sizi engelleyen nedir?
- Geçiriyorum hayata işte, konuşuyorum. Bu yaptığım da siyasetin bir türü aslında. Yaptığım bütün filmlerde toplumsal bir dert, bir tartışma vardır. Bunu da duygu yüklü bir ağın içinde sunarsanız görevinizi yapmış olursunuz. O filmler her zaman büyük kalıyor, her zaman etkileyici oluyor. Biraz duyarlı olmak lazım, insan bir çilenin içine düşmüşse bunu tevekkül kavramıyla Tanrı'ya havale edip kurtuluş yolu aramamalı. Ben yurttaşlık görevimi bugüne kadar düzgünce yaptım. Cebimi doldurup kendi küçük dünyama çekilmedim. Onu yaparsan senin de sonun iyi olmaz. Nerede yaşayacaksın?
Yaşadığın toplum senin tam aksin yaşarken sen nasıl mutlu olursun?
Kızgınsınız tamam, peki korkunuz var mı?
- İnançlı insanlar hiçbir şeyden korkmaz, ölümden bile, o bir gerçektir. Kanuni Sultan Süleyman 46 yıl padişahlık yapmış, o da ölmüş. Geleceksin ve gideceksin. Dine inansan da dinsiz olsan da öleceksin. Bir tek şunu diyebilirsin; çile çekmeyerek öleyim. O da bir korku değil, bir rica, bir temenni. İnançlı olduğun zaman en sevdiğin insanı kaybetmenin de bir anlamı vardır, öyle düşünürsün. Onun için de "sıralı olsun" temennisinde bulunabilirsin. Ben son derece dürüst bir yaşam, açık, yüce gönüllü, bunu bir yaşam biçimi haline getirmiş, tüm söylediklerinin arkasında duran, kendi kavgasını vermiş onu da kazanmış bir adamım. Bunun üzerine bir de sanatçı duyarlılığını ekle, neden korkayım? Toplumun ilerlemesi için gerekli tüm savaşların öncü insanıdır sanatçı, nasıl korksun? Ben bu röportajı bile görev gibi görüyorum. Kendi görüşümüzü bildiriyoruz. Benim kendi arkadaşlarımla konuşmam da böyledir. Ülke sıkıntılarını tartışırız hep, hayatımız böyle geçiyor.
TANRI BANA ZENGİN OLMAYI YAKIŞTIRMADI
Bir film, bir dizi ya da herhangi bir yapımı kabul etmeniz için ne lazım? "Kadir İnanır standartları" diye bir tanım uydursak, bunlar neler olur?
- Başarılı, kalıcı, inandırıcı ve saygın olabilmek için işinizde savunduğunuz değerleri koruyacak, yeşertecek yapılar olmalı. Herkes film çeker, şuradaki martı bile film çeker isterse. O film kitlelere ulaşıyor. İnsanlara yaşadıkları dünyadaki gerçekleri göstermek zorundasınız. Sosyal içerik olmalı. Ha, bunu izletmek için sevdayla, acıyla, birtakım duygularla beslersiniz. Benim hangi filmde oynayacağım bellidir. Söylediği laf olacak, evrensel sinema değerleri taşıyacak ve güçlü sinemacıların ürünü olacak. Bu romantik komedi olsa bile söyleyeceği bir laf olacak. Geçen sene iki filmi kabul etmedim. Ticari film para getirir sadece, o kadar. Bu değil mesele.
Peki, Kadir İnanır'ın şöyle iki dakika boş boş baktığı, hiçbir şey düşünmeden durduğu bir an yok mudur? Öyle bir konuşuyorsunuz ki, sabah uyandığınız andan yatana kadar "bir misyon için yaşadığını unutma" halleri içindesiniz...
- Duyarlılıkla ilgili bir şey bu. Her gün onlarca gazete okuyorum. Okudukça insanın sistemi bozuluyor, mümkün mü bu kadar çarpıklık varken oturup hiçbir
şey düşünmemek? Kendinizi topluma karşı aşırı duyarlı hissediyorsanız, kısa kaçışlar haricinde boş anlar yaşayamazsınız. Sanki biri bana "Sen git
kardeşim, bildiklerini söyle, bağır çağır anlat, sonra da bana gel" demiş gibi geliyor. O birisi de Tanrı. İnsan kendi yaşamını, mal mülk, çok para
gibi kavramlardan uzak tutar mı ya? 41 yıldır çalışıyorum. Hep derim; garsonlara verdiğim bahşişlerin yüzde 10'unu verseydim zengin olurdum. Tanrı
da istemedi benim çok zengin olmamı. Bana yakıştırmadı herhalde.
Çok iddialı konuşuyorsunuz... Peki, 41 yılın muhasebesini yapacak olursanız... Mutlu musunuz?
- Gerçekten mutluyum. Çok kelimesi fazla kaçabilir ama mutluyum. Daha mutlu bir ülkede, bir sanat toplumunda yaşasaydım çok daha mutlu olurdum.
BENİ TANIYAN İNSANIN SEVMEMESİ MÜMKÜN DEĞİL
"Kalabalıklar içinde yalnızım" mı dersiniz, yoksa "Beni ben olduğum için seven bir dolu insan vardır ve bunu bilirim" mi? Hangisi sizin hayatınız için geçerli?
- Ben hayatın içerisinde, tam göbeğinde yaşıyorum. Beni sevenlerin çok olduğuna inanıyorum. Beni tanıyan insanın beni sevmemesi mümkün değil. Beni
tanımayanlar sevmiyorlar, arkamdan dedikodu yapıyorlar.
Neden çocuğunuz yok?
- Doğru bir kadın çıkmadı herhalde. Nasıl benim babamın 14 çocuğu varsa, benim de o kadar olmasını isterdim. Yapamadık zamanında. Bir kavganın
içindeydik, o sırada çocuğu yapacak doğru insanı da bulamadık. Bundan sonra da kısmet tabii ama insanların ne kadar yaşayacağı belli. Ne kadar
yaşayacağı derken, eli ayağı tutan zamanı diyorum. Öksüz kalır sonra o çocuk. Bu yaşta zor. Ben yok olursam, o çocuk yalnız kalır. Bunu istemem.
Keşke olsa demiyor musunuz?
- Bütün dünyanın çocukları benim çocuklarım diye düşünmek gerekir. Çocuklar hep aynıdır. Ben kendi büyüttüğüm yeğenlerimi evladım gibi severim. Olsaydı
fena olmazdı tabii bir çocuk... Tanrı istemedi, öyle düşünmek lazım. İsteseydi, çarpık ilişkilerden 5-6 tane çocuk sahibi yapardı. Ben bunlar
olmasın diye büyük dikkat gösterdim ama en büyük dikkati "yukarıdaki" gösterdi.
Hep çarpık mıydı bu iş, hiç "Bu doğru kadın olabilir" dediğiniz biri olmadı mı?
- Ben hep çok yoğun çalıştım. Büyük şehirde tutunmak, canavarlığın kol gezdiği bir sektörde var olabilmek için bir savaş veriyordum. O sırada özel yaşantımla ilgili şeyleri erteledim. Teğet geçip gittiler. Öyle günümüze geldik yani. Bilerek, hesaplayarak yaşamadım bunları. 'Kısmet' lafını o yüzden kullanıyorum, özel bir tavırla "aman ben çocuk yapmayayım" demedim.
JÜLİDE HANIM'IN EVLİLİK GİBİ BİR DERDİ YOK
Uzak mı evlilik hâlâ?
- Evlilik kavramı ne, onu bilmiyorum. Zaten eğer ilişkide saygı, sevgi, mutluluk yoksa, istediğin kadar imza atın, sembolden öteye geçmez. Evliliği bir kurtuluş, bir kaçış olarak görmemek lazım. Evliliğe karşı olduğumdan değil. Evlilik gerçekten huzurlu mu, mutlu mu, ona bakmak lazım. Ha evlenmeyin demiyorum ama insanların birbirini iyi tanıması lazım. Her tepkisini, her hareketini bileceksin, "tam huzur" noktasına geleceksin, öyle evleneceksin, ayrılmamacasına. Ben hayatımda hiç bu noktaya gelemediğim için evlenmedim.
Jülide (Kural) Hanım ne diyor bu işe?
- Bizimki evlilikten öte bir şey, evlenip ne olacak? İmza yok sadece. Onu da çok anlamlı görmüyorum. Yarın imzayı at, ne olacak?
İstemiyor mu evlenmek?
- Jülide Hanım'ın hiç öyle bir derdi yok. Onun derdi ülke meseleleriyle, bu ülkenin kadınlarının özgürlükleriyle. Prensipleri olan, fazla ihtirasları olmayan başarılı bir hanım. Bizimkisi eşi görülmemiş bir ilişki. Her gün ettiğimiz muhabbetin yüzde 60'ı ülke sorunları! Çok tartışıyoruz.
Jülide Hanım'a aşık mısınız?
- Jülide Hanım... Bir kahraman o. Kadın kahraman! O kadar güçlü bir insan ki... Eğer bir erkek bir kadınla hayatı paylaşacaksa, Jülide Hanım gibi güçlü bir kadın aramalı. Kendinden ödün vermeyen, son derece saygılı, çok çalışkan, büyük bir sanatçı. Her şey çok güzel gidiyor. Ama tüm bu güzelliğin yüzde 60'ı tartışmayla geçiyor.
Çok teşekkürler, çok dolaylı cevap verdiniz ama...
- Değil, değil... Çok samimi cevap verdim.
YABAN'DA GÖZ GÖRE GÖRE HIRSIZLIK YAPILIYOR
Yaban ve telif meselesi halloldu mu?
- Bu konu hep yanlış anlaşılıyor, Fırat'la mesele var sanıyorlar, orada esas konu telifti. Yaban dizisine de o yüzden karşı çıktım. Yapımcısına dedim ki; "Be vicdansız adam! Bana vermiyorsun, bari Kızılay'a ver. Büyük paralar kazanıyorsun, büyük hırsızlık yapıyorsun." Hâlâ göz göre göre hırsızlık yapılıyor, o dizi devam ediyor.
Ama siz Fırat'la aynı reklam filminde oynuyorsunuz şimdi, bu duruma ters kaçmıyor mu?
- Benim o çocukla reklam filmiyle oynamam, bu konuyla ilgili değil. Orada bu konunun muhatabı yapımcıdır, oyuncu değil. Benim 41 yıldır oluşturduğum
markanın üzerinden para kazanmak yapımcıyı hiç mi utandırmıyor? Nasıl insanlardır bunlar ya? Hukukta boşluk buluyorlar. Diyor ki, "Kardeşim, mukavelene 'bu televizyonda oynarsa hak isterim' diye yazdırsaydın". Kardeşim, ben o filmi yaparken Türkiye'de televizyon diye bir şey yoktu ki! Yarın Mars'ta yaşam birimi kurulur da oraya gidilirse, filmler orada oynarsa, telif alamazsam "Mars'ta oynarsa hak isterim" diye madde yazdırmadın mı diyecekler bana? Öyle saçma şey mi olurmuş? Ben para mara istemiyorum arkadaşım. Hakkımı verin, Kızılay'a bağış olarak.
Reklam çekimleri başlarken çekindi mi Fırat sizden?
- Yok, hiç olur mu öyle şey! Benim onunla bir sıkıntım yok, o da biliyor bunu.
HÜLYA BENİ ARAMA ŞANSINI KAYBETTİ
Hülya Avşar size "tek tip karakter oynuyor" dedi ya, siz de "cahil ve zavallı" dediniz. Peki gelinen son nokta nedir? Konuştunuz mu hiç?
- Ben cevap vermeyecektim aslında, Hülya'yı severim. Çok büyük emeğim vardır onda. Gazeteciler bazen konuşmadığın lafları da yazıyor ya, sanki ben söylemişim gibi cevap yazacaklardı. O yüzden konuştum. Hülya da pişmandır herhalde öyle laflar ettiğine.
Aranızda bir problem yok yani...
- Hiçbir problem olamaz zaten. Aranız diye bir şey de olamaz ayrıca, ben onun büyüğüyüm. Karşı karşıya gelmemiz için daha birkaç yılın geçmesi lazım,
tecrübe açısından.
Sizi aradı mı?
- Arayamaz ki! Beni arama şansını kaybetti. Ya öyle konuşmayacaktı ya da hemen özür dileyecekti. Bir laf çıkarıyorlar, soru soruyorlar sırf polemik
yaratmak için. İşte ben yasak koyuyorum öyle zamanlarda. Bir sene, beş sene, 15 sene yasak koyduğum gazeteler oldu, konuşmadım. Yine konuşmam.
FOTOROMAN YARIŞMASINI KAZANINCA AİLEMLE BÜYÜK TARTIŞMA YAŞADIK
Çocuksunuz, ilk ne hatırlıyorsunuz?
- 14 çocuğun en küçüğüyüm, el bebek gül bebek büyüdüm. O kucağına alır, bu kucağına alır... İlk onu bilirim.
Doktor olmak istemişsiniz, neden olamadınız?
- Sinema doktoru oldum! Tıbbı kazanamadığım için doktor olamadım. Diğer tercihlerime de gitmedim, tam o arada bir yarışma meselesi çıktı zaten, o
dönem gidemedim üniversiteye.
Sonra radyo televizyon okudunuz ama...
- Ohoo, onu okuduğumda 60 tane film çekmiştim. Bir üniversite bitirmek zorundaydım, onu bitirdim...
1968'e dönelim. Ne oldu da fotoroman artist yarışmasına katıldınız?
- Bir arkadaşım fotoğrafımı göndermiş. Finale kalınca, ailemle çok büyük bir tartışmaya girdim. "Sen nasıl yaparsın böyle bir şey" dediler. Kavga,
gürültü, yaptın-yapmadın derken kazandım ve 41 yıl geçti. Kadere inanırım ben. Hakiki söylüyorum, hiç aklımın ucundan geçmezdi böyle bir şey.
Hiç "Ne yaptım ben, acaba doğru mu yaptım, nerelere düştüm böyle" dediniz mi?
- Ah, ah... 41 yıl boyunca verdiğim mücadele var ya... Cihan Harbi'nde verilmemiştir! Neler gördüm neler... Hepsinin kaydı var, onlar üzerinde çalışıyorum şimdi. Türk sinemasında bendeki arşiv kimsede yoktur. Günlük gibi kaydını tuttum zamanında. Hepsini bir belgesele çeviriyorum şimdi. İşim, yaşadıklarım, 41 yıl ülkede neler oldu, sosyal-siyasal gelişim, benim kendi sanatımın gelişimi derken hepsi birlikte bir dönemin belgesi olacak. Belgesel için çalışmalara başladık, Hüseyin Karabey hazırlayacak. Bir de kitabım çıkacak, o günlükleri derleyeceğim.Röportaj: Melike KARAKARTAL-Kelebek