ALAMANCI TARKAN, ÇOCUKLUK GÜNLERİNE DÖNDÜ... PARİS HİLTON?U İSTEMEDİ VE İNANILMAZ İTİRAFLARDA BULUNDU
Bir televizyon programının çekimleri için Almanya?ya giden Tarkan, çocukluk günlerinden rol almak istediği ilk sinema filmine kadar birçok konuda özel açıklamalarda bulundu. Almanya yıllarını anlatırken hüzünlenen ünlü sanatçı, doğup büyüdüğü kasabadaki günlerini yeniden yaşadı. Hatta maruz kaldığı ırkçı tacizleri hatırladı: ?Okullarda Almanlar bize hor gözle baktılar. İcabında ?Türken Raus? (Defolun Türkler) dediler.?
Türkiye'nin pop starı Tarkan'ın konuğuyuz. Gelsenkirchen'de kaldığı lüks otelin 11. katındaki odasında sıcak bir sohbete koyuluyoruz. Odanın penceresinden Schalke'nin ünlü Veltins Arena Stadı görülüyor. Gelsenkirchen de ayaklar altında. O ünlü, kıpır kıpır çocuk lobide kalmış, karşımızda ağırbaşlı biri duruyor. Tarkan aslında bir 'gurbetçi çocuğu', yani 'Alamancı'... Almanya'da doğmuş, ortaokul yıllarında Türkiye'ye dönmüş. Döndükten sonra da kendisini bile hayrete düşürecek ölçüde ünlü olmuş. Sohbetimiz de hep "Almanya", "Alamancılık", "Geri dönüş hikáyesi" ekseninde dönüyor. Biz soruyoruz, 'Alamancı' Tarkan yanıtlıyor:
Çocukluğunuz Almanya'da geçti. Almanyalı olmak size neler kazandırdı?
- Almanya'da doğdum büyüdüm. Türkiye'deki sanatçıların kartpostallarını biriktirirdim. Sezen Aksu tabi ki hep vardı. Pop idolümdü. Çok güzel sözler, müthiş yorum. Bir de alaturka müzik dinlerdim. Evde sürekli Zeki Müren çalardı. İbrahim Tatlıses bile dinlerdim. Çünkü o zamanlar, Almanya'da onun türküleri çok meşhurdu. "Dom Dom Kurşunu" türküsüyle göbek bile atardık. Tabi onların dışında ben burada batı müziğinin etkisiyle de büyüdüm. O yüzden bunun bugünkü kariyerimde çok önemli bir yeri var: Batı ve doğu sentezi.
Çocukluğunuzda kendinizi hiç yabancı olarak hissettiğiniz oldu mu? Ayrımcılıkla karşılaştınız mı?
- Kendimi Almanya'da hiç yabancı hissetmedim. Tabii ki kültürel çatışmalar yaşandı. Okullarda da Almanlar bize hor gözle baktılar. İcabında "Türken Raus" (Defolun Türkler) dediler. Ama ben öyle büyük bir fark pek hissetmedim. "Biz onlardan farklıyız, acaba daha mı değersiziz?" diye düşünmedim. Alman arkadaşlarım vardı, birlikte oynardık. Alman okullarına da zevkle gittim. Ailem de tutucu bir aile değildi. Öyle kendi içinde yaşayıp da Almanların kültürünü reddeden bir yapımız yoktu. Alman komşularımız vardı. Gelip giderlerdi. Alman arkadaşlarım da bize gelirdi. Kasabada Türkler de vardı. Aynı oranda da Türk kültürüyle iç içe büyüdüm ben. Evde Klasik Türk Müziği dinlerdik. Türklük hep vardı gündemimizde.
BEN DE KÖY ÇOCUĞUYUM
Almanya'da nerede yaşadınız?
- Çocukluğum Alzey diye küçük bir kasabada geçti. Stuttgart yakınlarında küçük bir köy. Yani bir köy çocuğuyum. Avrupalı sayılırım aslında. Avrupa'da doğdum ve büyüdüm, ama sonuçta Türküm. Bu benim özümde var. Batıyla doğunun kaynaşımı, sentezi. Bu sentez bende doğal olarak geliştiği için müziğime, duruşuma ve sahnedeki halime yansıyor. Giyimime, hayat tarzıma da sirayet etmiş. Bütün bu yansımalar benim için tabii ki büyük birer artı.
Türkiye'ye dönüş nasıl gerçekleşti?
- Türkiye'ye dönüş kararı tamamen babamındı. Babam son anda karar verdi. "Üç ay sonra gidiyoruz" dedi. Hazırlıksız yakalandık. Gafil avlandık yani. Tam yedinci sınıfa geçiyordum, pılımızı pırtımızı toplayıp hep birlikte Türkiye'ye döndük. Ve de Karamürsel denilen bir yere taşındık. İstanbul da değil. İstanbul olsa belki alışmam daha kolay olacaktı. Orada çok yadırgadığım şeyler oldu. Okulda asker gibiydik. Takım elbise, kravat, saçlar kısacık, asker saçı gibi. Çok üzüldüğüm zamanlar oldu yani. Aynaya bakıp, "Ya bu ne böyle? Ben niye çirkinleştim, ne oluyor?" diye sorduğum anlar oldu. İşte okula gidiyoruz. Kurallar, tabular... İlk seneler çok zorlandım. Kendi tarzımla bulunduğumuz kasabada çok dikkat çektim. İnsanlar beni çok rahat buluyorlardı.
KENDİMİ YERDEN YERE VURURUM
Almanya'da doğup, büyüdünüz. O yüzden birçok Almanyalı Türk genci sizi örnek alıyor. Nasıl bir duygu bu?
- Ben kendimi hep yerden yere vururum. O yüzden de kendimi öyle yükseklerde falan görmem. Daha yapacak çok şeyim var. Sürekli, "Daha başarmadın. Daha iyisini başarman lazım" dediğim için kendimi öyle model olarak da görmüyorum. Her zaman daha iyisinin peşinde olan biriyim. Beni sevenler ve hayranlarım bendeki bu duyguyu görüyor. Hiçbir zaman elimdekiyle yetinmiyorum. Bu özelliğim onları etkiliyor olabilir. Almanya'daki dinleyicilerim, sevenlerim de bu özelliğimi biliyorlar. Belki beni de o yüzden seviyorlardır.
Uzun bir süredir ABD'de yaşıyorsunuz. Türkiye ile bağlantınız ne durumda?
- Türkiye'nin bende çok özel bir yeri var ve hep olacak. Çok daha fazla ünlenince Türkiye'yi unutacağımı düşünmesin kimse. Çünkü Türk şarkılarını söylemekten çok haz alıyorum. İstanbul'a aşığım. Boğaz'ı dünyanın hiçbir yeriyle değişmem. Ancak bu potansiyelimle daha öteye gidebileceğimi de biliyorum. Amerika ve Avrupa müziğinde yerimi bulmak istiyorum. İngilizce albümümün biraz daha yol alması gerekiyor. Bir de Türkiye'de şöhretimin çok arttığı zamanlarda doğrusu biraz yorulmuştum. Yani ilgiden ve paparazzilerden biraz uzaklaşmak istedim. Amerika o yüzden iyi oluyor. Kaçıp gidiyorum ve sokaklarda dolaşıyorum.
Daha önce Avrupa'da bazı Türk sanatçılarının parçaları da listelere girdi. Ama sonra unutuldular. Siz ise unutulmak bir yana, giderek ünleniyorsunuz. Avrupalılar size neden bu kadar hayran?
- Artan hayran kitlemi daha genç olmama bağlıyorum. Avrupalı gençler beni kendilerine yakın hissediyorlar. Kılık, kıyafet, tarz çok önemli. Daha modern bir Türk görüyorlar karşılarında. Bunu birilerine kıyasla söylemiyorum. Avrupa'da ünlenmemde İngilizce albüm önemli bir basamak oldu. Almanlara ve diğer yabancılara böylece daha kolay ulaştım. Çünkü haliyle Türkçe anlamıyorlar. Ben de onlara anladıkları dilde sesleniyorum. Gerçi "Şıkıdım"ı "Şımarık"ı Türkçe olmasına rağmen çok sevmişlerdi. Ve ezbere söylüyorlardı. Hayata bakışım, duruşumdan dolayı galiba beni kendilerine yakın hissediyorlar. Buradaki Türkler de gururlanıyorlar. İçlerinden biri ilk kez Almanlara sesleniyor. Bu çok önemli benim için.
- Sahnede gösterdiğiniz başarıyı mutfakta da sergilediğiniz söyleniyor. Doğru mu?
Evet, mutfağa girersem her yemeği yaparım. Böyle dersem biraz fazla olur belki ama elim yemek pişirmeye yatkındır. Bence dünyanın en iyi aşçıları erkeklerdir. Kadınlar belki bundan çok hoşlanmayacaklar ama, ben öyle düşünüyorum. Türk yemeklerinden zeytinyağlıları yaparım. Elimden zeytinyağlı fasulye gelir. Fırında patatesli soğanlı tavuk da yaparım. Ayrıca İtalyan mutfağını da seviyorum. İtalyan usulü makarnalar özellikle... Evde yapılan pizzalara bayılırım.
PARİS HİLTON'U İSTEMEDİ...
Eskiden bütün ünlüler mutlaka film de çevirirlerdi. Son zamanlarda bu eğilim azalır gibi oldu. Peki sizi beyaz perdede görecek miyiz?
- Bir film çevirmeyi çok istiyorum. Senaryolar da geliyor. Çok inandığım bir rol olursa oynarım. Aşk ve komedi karışımı bir film olmalı benim oynayacağım. Hani Hugh Grant'in oynadığı aşk filmleri vardır ya işte onlar gibi mesela. Eğer böyle bir film çekilecekse zaten Avrupa-Türk ortaklığıyla olacak. Rol arkadaşım tam olarak kim olacak bilemiyorum. Bu konuda ne söylersem zaten çok saçma olur. Hoş, derinliği olan bir kadınla başrolü paylaşabilirim. Sırf seksi, vücudu güzel diye değil. Belki de biraz Akdeniz tarafı olan biri olmalı bu. Paris Hilton değil yani.
Kaynak:Mesut ZEYREK/KÖLN/DHA/Hürriyet