YILMAZ ERDOĞAN: : EŞİM BANA ANKARA’NIN SON ARMAĞANI
Yılmaz Erdoğan, eşi Belçim Erdoğan?ı Vogue Türkiye?nin şubat sayısı için yazdı..
ANKARA'NIN SON ARMAĞANI
Ankara turnesi her zaman önemlidir.
Ankara önemlidir. Büyüdüğüm, biçimlendiğim kenttir. Doğumla bağlandığım Hakkari'den sonra ikinci memleketimdir.
Bu şehir bana bazı okullar, hepsi kalbimin haritasında merkezi yerleri kuşatmış akrabalar, arkadaşlar hediye etmiştir.
Bu armağanların sonuncusu Belçim'dir.
HEP GÜLÜYOR
'Bana Bir Şeyhler Oluyor' adlı oyunun Ankara turnesi. 2004 baharı. Ön sırada birisi parlıyor. Hem fark, hem merak ediyorum. Ara olunca kuliste arkadaşlara gördünüz mü diyorum, ışıl ışıl birisi var ön sırada. Tam ben sorarken o ışıltı, merdivenlerden çıkıp, kulise doğru yürüyor. Yarı açık kapıdan saçlarına bakıyorum. Dalgalı kızıl saçlar beni soruyor arkadaşlardan birine. Odaya doğru yürüyor.
-Adım Belçim, diyor.
-Ne?
-Belllçim, diyor.
-Hiç duymadım.
-Ben de duymadım diyor, gülüyor. Hep ve çok güzel gülüyor. İyi insanın, hep iyinin, zararsızın yanında olmaya yeminli insanlarda bulunan savunmasız bir kalp beliriyor gülüşünde. O kalbe dokunmak, onu güldürmek istiyorum.
-Kimse söyleyebiliyor mu bu ismi?
-Hayır, diyor. Burçin, Belçin, Belcim veya Berçim diyor insanlar.
Gene gülüyor.
KAHVE KOKUSU ÇOK YAKIŞIYOR GÜLÜŞÜNE
Zaman akıp giden bir şey değil. O duruyor, akıp giden biziz.
Bir yıl sonra İstanbul.
Evlatlık başvurumu 1985 yılında kabul eden şehir. Son ve büyük aşk. Bu sefer Belçim' i getirmiş ve kahve kokusu gülüşüne çok yakışıyor. "Teyzem var burda, onun evinde kalıyorum" diyor.
O diyor ben gülüyorum , ben diyorum o gülüyor.
Aşk sevdiğini güldürmektir.
BU YAZI AŞK İŞİYLE İŞTİGAL EDEN HERKES İÇİNDİR
Lakin en iyisi hep zamansız gelir. Engeller aşkı sınamak içindir. Ve zaten bu yazı sade 'biz'le ilgili değil, aşk işiyle iştigal eden herkes içindir.
Ucu Paris'e dayanan üç yıllık bir imtihan Çeşme'de bir ağustos ayında, tel ve duvak eşliğinde son bulur.
SONRASI EVLAT OLUYOR HİKAYENİN
Dedim ya zaman bir nehir filan değil. Akıp giden biziz. Einstein'ı tam anlıyor muyum, bilmiyorum ama Einstein'dan ben bunu anlıyorum.
Sonrası evlat oluyor hikayenin, Rodin doğuyor ve muazzam ve bir başka evre başlıyor.
VE TESADÜF EN ÇOK AŞKI SEVER
Rodin'im altı aylıkken artistin meşakkati başlıyor. Anası bir sete, babası öbür sete gidiyor.
Buraya kadar olanlar da, 'Vizontele' kardeşim Ömer Faruk Sorak'ın 'Aşk Tesadüfleri Sever' isminde bir film eylemesi de, Belço'nun bu filmde Deniz adında oyuncu olmak isteyen bir genç kızı oynaması da, benim bu yazıyı yazmam da... o meşhur tesadüf zinciri dahilinde gelişen oluşlardır.
O zincir hayatın kendisidir ve herşey tesadüf eseri ise tesadüf diye bir şey yoktur.
Bu kadar çoksa, yoktur.
Ve tesadüf en çok aşkı sever