FERDİ ÖZBEĞEN: ZEKİ MÜREN GİBİ ÖLMEK İSTEMEM!
Bilal Özcan?ın Kanaltürk ekranlarında dün (Pazar) yayınlanan ?Laf Aramızda? programına katılan ünlü piyanist şarkıcı Ferdi Özbeğen yaşamına ait tüm bilinmeyenleri anlattı. 10 yıl önce Hilmi Mutlu isimli bir genci evlat edinen Ferdi Özbeğen bunu annesinin arzusuyla, sevgi ve kararlılıkla yaptığını açıkladı.
"Türk halkına piyanist şantörleri sevdiren adamım"
B.Ö: Eğlendirici piyanistlik unsurunu Türkiye'de geniş halk kitlelerine ulaştıran ilk sanatçı siz oldunuz değil mi?..
F.Ö: Bu böyle kısa bir süreydi. İlhan Abi'yle başlayan, İlhan Gencer'le başlayan, sonra Şefik Ülgener ama; onlar belli bir seyirci kitlesinin içerisinde kalmışlardı. Daha doğrusu geniş halk kitlelerine ulaştırmak, plak halinde yaptığım işleri yayınlamak, bütün Türkiye'ye yaymak bana nasip oldu. Bu bakımdan ilk mi desek, demesek mi diye kendi kendime düşünürüm. Ama ilk defa Türk halkına piyano çalıp, şarkı söyleyen sanatçıları sevdiren kişi olduğumu inkar edemem tabii.
"Bir daha dünyaya gelsem, yine müzisyen olurdum"
B.Ö: Ferdi Bey, siz 46 yıldır müzik yapıyorsunuz. Dile kolay, yarım asra yakın bir süre müzikle iç içesiniz. Oysaki siz diplomat olmak istiyordunuz, hariciyeci olmak istiyordunuz. Buradan geriye dönüp baktığınızda hariciyeci olamadığınız için pişmanlık duyuyor musunuz?
F.Ö: Hayır duymuyorum. Çünkü sonuçta üreten bir insanın ülkeye hizmeti çeşitli şekillerde olacaktır. Bugün bir fabrikada çalışan işçi de üretmektedir. Onun da ülkesine faydası vardır. Yani diplomat olmadığım için değil, başka bir mesleği seçseydim niye diplomat olamadım diye üzülürdüm ama; şu andaki yaptığım iş güzel sanatlara ait. O bakımdan çok mutluyum yani yaptığım şeyden. Bir daha dünyaya gelirsem, yine müzisyen olurdum.
"Annemim amacı beni iyi okullarda okutmaktı"
B.Ö: Aileniz Girit'ten İzmir'e göçtü. Sizin müziğe olan ilginiz küçük yaşlardan itibaren başladı. Piyanoyla ilk haşır neşir olduğunuzda kaç yaşındaydınız?
F.Ö: Doğacak çocuk ağlamasından belli olur derler. Benim de küçük yaşta müziğe yatkın olduğumu ailem hissetmiş. Ama biraz da benim suçum bu, ben de müziği bir kenara itip başka mesleklerin peşinde koşmamın tabii ki benim sanat hayatıma atılmamda biraz gecikmeye neden oldu. Doğma büyüme İzmirliyim ben ama 40 günlükken İstanbul'a gelip, 7-8 yaşıma kadar İstanbul'da büyüyüp, 7 yaşında tekrar İzmir'e döndük. Böyle bir gidiş-geliş durumu söz konusuydu. Bu anlamda iki şehrin, iki ayrı örf ve adetini de yakalamış oldum. Sonra İzmir'de büyüdüm üniversiteye kadar. İktisat fakültesine gidene kadar İzmir'de büyüdüm yani. Annemin amacı beni iyi okullarda okutmaktı. Tabii ki o zaman ki hocalarımızda çok iyi hocalardı. Hocalarımı buradan saygıyla yad ediyorum.
"Babamı kaybedince kendimi pavyonlarda buldum"
B.Ö: Siz üniversitede okuyordunuz ama; babanızın aniden kalp krizi sonucu vefaat etmesi, bütün hesapları alt üst etti. Ve siz müziğe yöneldiniz.
F.Ö: İktisat fakültesinde birinci sınıftan ikinci sınıfa geçtiğimde annem "sana bir hediyem var" dedi. İstanbul'dan eve dönmüştüm ve bir piyano gördüm evde. Annem bana bir piyano almıştı. O piyanoyla başladım ve bir yıl sonra babamı kaybettim ve sonra da kendimi pavyonlarda buldum.
"Benim orkestram gibi orkestra kurmak çok zor"
B.Ö: Altın Mikrofon Yarışması'ndan sonra kendi orkestranızla çalışmaya başladınız ve Çırağan Oteli'nde bir şey başınıza geldi ve orkestra dağıldı ve sonra tek başınıza devam ettiniz. Neydi o olay hatırlıyor musunuz?
F.Ö: Evet 1974 senesinde, otel greve gidince, çok tanınmış müzisyenlerden oluşan bir orkestram vardı ve ne yazık ki dağıldı. Mesela dünya çapındaki perküsyonist ve davulcu Okay Temiz benim davulcumdu. Nur içinde yatsın, Esin Engin benim şarkıcımdı. Önemli aranjörlerden Mustafa Özkent benim gitarcımdı. Yine büyük aranjör Nuray Demirci benim kontrbasçımdı. Böyle bir orkestrayı kurmak şimdi mümkün değil. Böyle güzel bir orkestra otelin kapanmasıyla dağıldı.
"Ben evlilikten ne korktum ne de kaçtım"
B.Ö: Orkestra dağılınca müzik yolculuğuna tek başınıza devam etmek zorunda kaldınız. 1977 yılında çıkardığınız ilk albümden sonra bütün Türkiye sizi tanıdı. Plaklarınız kapış kapış satıldı, sahne aldığınız lokaller ağzına kadar doldu. Bütün kızlar da size hayrandı. Ferdi Özbeğen, hiçbir kadına evlenme teklif etti mi, ya da hiç bir kadından evlenme teklifi aldı mı?
F.Ö: Evlenme artık birlikteliğin son noktasıdır. Benim arkadaşlıklarımın, birlikteliklerimin hepsi saygı sevgi çerçevesi içerisinde arkadaşça devam etti. Bazı sanatçıları görüyorum röportajlarında, evlilikten korkuyoruz kaçıyoruz filan diyorlar. Ama ben ne korktum ne de kaçtım. Ben kaderin ve kısmetin hayatımıza başka bir yön verdiğini görüp, o yönü yaşama şeklinde devam ettim. Yani, birlikteliklerimizin, sevgilerimizin bir evlilikle sonuçlanmadığını gördüm.
"Yaşadığım ihanet yüzünden 30 kilo verdim"
B.Ö: Ferdi Özbeğen ilk aşkını lise yıllarında yaşadı. Bir kızı çok sevmişti ancak ihaneti gördü, yani aldatıldınız...
F.Ö: Belki o yaşlarda yaşadığınız ihanet sizin bünyenizde ve yapınızda büyük etkiler yaratabiliyor. Çünkü vücudunuz ve fizyolojik yapınız tam gelişmiş değil. Daha kırılgansınız, daha naifsiniz. O zamanlarda yaşamış olduğunuz bir ihanet, sizin yaşam tecrübenizin olmadığı bir dönemde size daha fazla etki edebiliyor. Bana da etti zannediyorum.
B.Ö: Neredeyse bu aşk yüzünden verem olacakmışsınız....
F.Ö: Yani bu ihanetten sonra 29-30 kilo kadar verdim, üzüntüden, aşk acısı sonuçta.
B.Ö: Yaşadığınız bu ihanet acısından sonra intihar etmeyi düşündünüz mü?
F.Ö: Hayır düşünmedim. Bence intihar etmek bence aklın artık son noktaya gelişinin, dengesizliğin bir örneği. O yüzden ben yüce rabbimizin bize verdiğini yine onun almasını tercih ederim.
B.Ö: Peki sonrasında bir sevgiliye güvenmeyi nasıl başardınız?
F.Ö: Yani dediğim gibi yaşamımızda geçirdiğimiz üç evreden birinci bölümdü herhalde, bizim o ilk aşkımız. Gençlik enerjisiyle belki unutma ve zihnimizden silme fonksiyonlarımızın daha güçlü olduğu bir zamandı. Sildik gitti.
"Dünyayı ben yarattım dediğim dönemler oldu"
B.Ö: 1978-1981 yılları arasında müzik sektörünün kralıydınız. O günlerde hiç ayaklarınızın yerden kesildiği oldu mu? Kendinizi o şöhretin rüzgarına kaptırdığınız oldu mu?
F.Ö: Şöhretin bir insanı kasıp kavurmaması mümkün değil. Bu herkes için geçerli. Aslında fazla eleştirmemek lazım, bir parça başı dönenleri gördüğümüz zaman. Çünkü o gelip geçici şeylerden sonra durulup oturuyorsunuz bir anda ama; ilk üç aylık bir sıkıntılı dönemim oldu doğrusu. Dünyayı ben yarattım dediğim dönemler oldu.
"Annem bendeki şöhret balonunu söndürdü"
B.Ö: Anneniz ne söyledi size o üç aylık dönemde?
F.Ö: Bir akşam eve geldiğimde annemin yatmadığını gördüm. Sabaha karşıydı ve bana "Gel yanıma otur şöyle bakalım" dedi. Ben de yanına oturdum ve bana "Bak evladım, şu son zamanlardaki davranışlarını bu albümden sonra hiç beğenmiyorum. Bütün dünyayı ben yarattım gibi bir tavra girdin. Ayağını denk al, bir tek arkadaşın dostun kalmaz eğer sen böyle davranmaya devam edersen. Ona göre bu benim sana ilk ve son nasihatim" dedi. Annemim o konuşmasından sonra sabahleyin, adeta sihirli bir değnek dokunmuşçasına, başka bir adam olarak yataktan kalktım. Annem hemen o şöhret balonunu söndürdü yani.
"Ben şöhretim dediğiniz an sizin yerinize başka biri gelir"
B.Ö: Tecrübeli bir müzisyen olarak şimdiki starları nasıl görüyorsunuz, onlar şöhreti taşıyabiliyorlar mı?
F.Ö: Öncelikle şöhret denilen şeyin çok sanal bir şey olduğunu kabul etmek lazım. Çünkü ben şöhretim dediğiniz an, bir bakıyorsunuz ki sizin yerinize başka bir şöhret çıkmış. Ve size gösterilen sevgi ve alkış bir anda dönüyor ve başka birine kanalize oluyor ve siz kendinizi yalnız ve birtakım şeylerinizi kaybetmiş olarak görüyorsunuz. O bakımdan bence insan mesleğine inanmalı, yaptığı işe inanmalı ama; şöhretin de geçici ve gerçek bir şey olmadığını bilmeli.
"Sevenlerinizin başkalarını sevme ihtimalleri de çok yüksek"
B.Ö: Sizce bulutların üzerinde uçan bu genç starlar, 50 yaşına geldiklerinde halleri ne olur, depresyona girerler mi, ilaç kullanmak zorunda kalırlar mı?
F.Ö: Ben doktor değilim, bilemem ne olacaklarını ama; biraz önceki sözlerimi lutfedip dikkate alırlarsa, fazla güvenmezler yaşanılan bu tantanaya. Çünkü günün birinde sevenlerin başka birini sevme ihtimalleri çok yüksek.
"İnsanlar konserime girmek için gişeleri kırdılar"
B.Ö: Siz 1984 senesinde Şan Tiyatrosu'nda 50 kişilik bir senfoni orkestrasının önünde hiç para almadan 46 gece konser verdiniz ve 1500 kişi tıklım tıklım doldurdu orayı. Gerçekten para kazanmadınız mı o konserlerden?
F.Ö: Ben geceleri çalışıyordum o zaman ve albümlerim peynir ekmek gibi satılıyordu. Fakat çalıştığım lokaller belli bir kesimi ağırlayacak nitelikteydi, ama halk da beni görmek istiyordu. Onlara, kendimi ödüllendirmek adına ve onlara bir jest yapmak bir teşekkür etmek kabilinden böyle bir girişimde bulundum, bir hayal kurdum. Şimdi bile böyle bir hayali gerçekleştirmek çok zor çünkü; böyle bir orkestrayı kurmak çok zor. O günkü kıt kanaat şartlar içinde, hiç unutmuyorum bir tek şartım oldu Egemen Bostancı'ya, biletleri 1 liradan satacaksın dedim. O 1 lira herkesin ödeyebileceği bir rakamdı. Ben para pul istemiyorum dedim. Sadece orkestraya para verin dedim. Hatta kendi cebimden orkestraya kostüm falan aldım. Konserin ilk gecesinde 1200 kişilik salona sadece 300 kişi gelmişti. Sonra bir gazeteci arkadaşımı aradım, ne olur bir destek ver dedim. Hami Alkaner'di o gazeteci. Hami Abi dedim, çok güzel birşey yapıyorum ama duyuramadık istediğimiz gibi. Ertesi gün Hürriyet'in arka sayfasında minnacık bir ilan vardı. Bu nasıl bir sihirli destektir, basının gücü işte. Bir doldurduk salonu, kıyametler koptu ondan sonra. Gelen tavsiye etti bizi. O zamanlar televizyon da yoktu ve iletişim ağı şimdiki gibi çok sık örülmemişti. Sonuçta 46 konser verdik ve hepsi doldu. Gişeleri kırdı insanlar. Taksim Meydanı'na kadar çiçek dizmişlerdi.
"Kanser olduğumu öğrendiğimde ihanete uğramış gibi hissettim"
B.Ö: 8 yıl önce size prostat kanseri teşhisi kondu değil mi? Doktor o teşhisi ilk açıkladığında ne hissettiniz?
F.Ö: Yani güvendiğiniz bir sevgilinizin size ihanet ettiğini duyduğunuzda ne hissedersiniz? Çünkü vücudunuz sizin sevgiliniz. Bu kanser sözcüğü çok pis bir sözcük. Ağza alınırken bile zorla alınan bir kelime. Ve ilk tabii ki böyle bir teşhisi size koydukları zaman bir tek şey düşünüyorsunuz 'Acaba benim ne kadar ömrüm kaldı?" Başka bir şey düşünmüyorsunuz, yani bunun tedavisi var mı, yok mu düşünmüyorsunuz. Bu güzel güneşi, bu havayı, dünyanın nimetlerinden ne kadar faydalanacağım diye düşünüyorsunuz. Sonra modern tıbbın imkanları size sunulmaya başlanınca, o zaman bu sorduğunuz soruların pek anlamı yok. Ama 9 yıldır bu mücadelemizi azimle sürdürüyoruz.
B.Ö: Peki Ferdi Özbeğen'i ne kanser etti, neden dolayı kanser oldunuz, bunu bilebiliyor musunuz?
F.Ö: Bunun cevabını bilemem ama şunu tahmin ediyorum. Erkeklerde büyük bir miktarda prostat büyümesi oluyor. Bu kanser demek değil tabii. Bunların yüzde 15'i kansere çeviriyor ne yazık ki.
B.Ö:Peki hiç neden beni buldu, neden benim başıma geldi diye düşündünüz mü, hiç ağladınız mı?
F.Ö: Bütün bu sorduklarınız oldu. Niye bana oldu diye düşündüm. Çünkü ben disiplinli yaşayan bir insanım. Demek ki bu genlerle ilgili bir şey. Doktoruma da sormadım açıkçası. Olduysa oldu yapacak bir şey yok. Akciğere de sıçramıştı ama onu durdurduk. Bu anlamda doktorum çok iyi. İyi bir doktora rastlamak da piyango işi. Kaderin de çok önemi var tabii, alın yazımız neyse o olacak.
"Kanser hastaları bu hastalığı yok sayarak yaşasın"
B.Ö: Bu biraz da umutlu olmayı gerektiren bir hastalık. Umutsuzluğa kapılan kanser hastalarına ne önerirsiniz?
F.Ö: Aslında dışarıdan konuşması çok kolay. Ama bir şeyi yapabilirlerse, onunla yaşamasınlar mümkünse. Yani hayatlarında böyle bir sorunları yokmuş gibi bir tarafa itip öyle yaşamalılar. Bu hastalık ağrısı, sızısı olan bir hastalık değil, hiç ummadığın bir anda geliyor. Yani sinsi bir düşman. O bakımdan bununla yaşamamanın çareleri ya da bir takım hobilerle ilgilenmek gerekir. Libidoyu içeriye dönmeden, dışarıya döndürerek yaşamak daha iyi.
"Hilmi'yi sevgi ve kararlılıkla evlat edindim"
B.Ö: Siz Türkiye'nin müzik yaşamında bir mihenk taşısınız. Kimilerine göre siz Türkiye'nin Elton John'usunuz. İngilizler Elton John'un hikayesini merak ediyor biz de sizin hikayenizi merak ediyoruz. 10 yıl önce resmen evlat edindiğiniz Hilmi Mutlu kimdir?
F.Ö: Ben tabii çocuğum olmadığı için bize sadık, iyi karakterli, iyi huylu bir kişiyi annemin arzusu üzerine evlat edindim. Böyle bir karar aldık ve ben de evlat edindim Hilmi'yi. Yani bunu sevgiyle ve kararlılıkla yaptım.
B.Ö: Peki başka yakınınız var mı?
F.Ö: Babam da iki evlilik yapmış, annem de iki evlilik yapmış. Babamın birinci evliliğinden bir ağabeyim var, Edremit'te yaşıyor. Onun da evlatları var.
"Pavyonda çalışıyorum diye annem çok ağladı"
B.Ö: Özellikle anneniz sizin diplomat olmanızı çok istiyordu. Çünkü Türkiye büyükelçisi ne kadar güzel piyano çalıyor desinler arzusundaydı. Ancak olmadı, babanız vefat edince pavyonlarda çalışmaya başladınız. Anneniz çok üzüldü mü siz pavyonlarda çalışmaya başlayınca?
F.Ö: Evet çok üzüldü, çok ağladı. Ben bunca emeği sen pavyonlarda çalışasın diye mi verdim, dedi. Ben de bunda ayıp bir şey olmadığını, hayatımızı devam ettirmek için, babamızdan da hanlar hamamlar kalmadığı için, bir şekilde ben bir yerlerde para kazanmalıyım dedim. Zaten müzisyen de olmuşum. Bırak çalışayım dedim. Kolay değil, anne baba hep ister ki çocukları iyi okullarda okusun, ne bileyim iyi yerlere gelsin falan ister. Tabii ki ben küçümsemiyorum pavyon müzisyenliğini, hayatımdaki en büyük deneyimi ben orada aldım. Sonra İzmir'i pavyonlarının, İstanbul'un gece kulüplerinden aşağı kalır yanı yoktu.
"Allah aşkına ver şunlara bir şey de gitsinler"
B.Ö: Sayanora Pavyonu'nda çalışırken Portofino şarkısıyla ilgili bir anınız var, o anıyı anlatır mısınız bize.
F.Ö: Program sabaha karşı biterdi ve son 45 dakika kaldığında da locaya giderdik. Orada müşterilerle konsomatrisler halvet olurlardı ve ben de yanıma akordeoncuyu ve gitaristi alıp bu localara giderdim, bahşiş toplamak için. O zaman da Portofino çalardık ve o zaman da çok modaydı. Sonra biz localara gidince, oradaki adamlar bizi gidin ulan buradan diye kovardı. Kadınla da anlaşmışız önceden, kadın da "Allah aşkına ver şunlara bir şey de gitsinler" derdi ve locada bu kadınlarla halvet olan adamlar, bizi başlarından sağmak için bize bahşiş verirlerdi.
"Çalıştığım pavyonu bastılar ama bize dokunmadılar"
B.Ö:Pavyonda çalışırken hiç başınızın belaya girdiği oldu mu, ölüm tehlikesi yaşadığınız oldu mu, hiç kavgaya karıştınız mı?
F.Ö: Vallahi bir çocuğu dövmüşler bir gece, ben görmedim. Bu da otobüs şoförüymüş. Bu dayak yiyen otobüsçü arkadaşlarını da toplamış iki otobüs geldiler bunlar, ellerinde sopalarla. Bize işaret ettiler, sahnede kımıldamayın diye, biz de kaldık sahnede. Son kalan bardak, sigara küllüğüne kadar her şeyi kırdılar ve gittiler. Yani aslında gece hayatında her türlü sürprizi bekleyeceksiniz.
"İki konsomatris benim için birbirine girmişti"
B.Ö:Pavyonda çalıştığınız dönemde iki konsomatris kadın sizin için kavga etmiş....
F.Ö: Şimdi davulcu arkadaşımla çıktık. Faytona bindik, eve gideceğiz Karpuz aldık, ekmek aldık, peynir aldık. Basmane Meydanı vardır İzmir'de oraya geldik ve iki tane hanımı gördük pavyonda çalışan. İkisi de bana yazılmışlar ve aralarında anlaşamıyorlar, bunlar da kafaları çekmişler, geldiler Basmane Meydanı'na, vay efendim bunlar bizi meydanda çevirdiler iki taksi, biri bir kolumdan çekiyor, biri diğer kolumdan çekiyor. Tabii ortalık karışınca halk toplandı o saatte. Bizi karakola götürdüler ve polis bizi sizle mi uğraşacağız diye kovdu. Şimdi gündüz hayatı yaşıyorum ama o zamanlar gece hayatı yaşıyordum.
"Zeki Müren'den çok şey öğrendim"
B.Ö: Rahmetli Zeki Müren sizin iyi arkadaşınızdı.
F.Ö: Evet yakındık ama çok yakın arkadaş değildik. Ama beni çok dinlerdi, ben de onu çok dinlerdim. Karşılıklı çok iyi bir ilişkimiz var. Ondan sahne hayatı hakkında çok şey öğrendim. Sahnedeyken saygılı olmayı, seyirciye karşı saygılı olmayı öğrendim. Bütün bunları yapınca da kalıcı oluyorsunuz zaten. İş disiplinini de örnek aldım Zeki Müren'in.
"Zeki Müren gibi ölmeyi asla hayal etmem"
B.Ö: Zeki Müren benim de yakinen görüştüğüm bir insandı. Ölmeden önce bana her şeyi gördüm, her şeyi yaşadım demişti. Siz de böyle düşünüyor musunuz, siz de her şeye doydunuz mu?
F.Ö: Hayır, hayır. Ben Zeki Bey'in iyi taraflarını aldım, bu tarafları benim beğenmediğim taraflarıydı. Zeki Bey'in beğenmediğim tarafı kendisini soyutlamasıydı. Ama halkımız da boş. Yolda yürüyoruz Zeki Bey'le birlikte ve halkımız da "Aaa Paşam ne kadar da şişmanlamışsınız" diyor. Ama şişmanlık bir hastalık mıdır, nedeni nedir bilmeden konuştular. Ama karşılarındaki insan Türkiye'de gelmiş geçmiş en büyük, en yüksek mertebeye ulaşmış bir sanatçı. Şöhretin de zirvesine gelmiş ve kendini orada muhafaza etmiş. Sağlık sorunları yaşadığı kesin. Bütün bunları yaşayan bir insana karşısına geçip de "Aaa ne kadar şişmanlamışsınız" denmesi ne kadar anormal. Bence bu durum saygı kurallarına aykırı. Bir keresinde Zeki Bey şöyle cevap verdi: "Ben manken değil, şarkıcıyım" ama bunlar birikince "Lanet olsun gideyim evime kapanayım da kimseden de bir şey duymayayım" dediğini de zannediyorum.
B.Ö: Allah bizi, sizin müziğinizden eksik etmesin. Sanatçıların şöyle bir arzusu oluyor. Sahnede ölmek gibi. Siz de Zeki Müren gibi sahnede ölmek ister misiniz?
F.Ö: Şu anda böyle bir şeyi asla hayal etmem. Ben nasıl öleceğimi merak etmem aslında. Daha erken, daha vaktimiz var.
"Dj'lere çok gülüyorum"
B.Ö: Pek çok albüm çıkıyor ama içinde çok başarılı şarkı olmuyor. Sizin albümlerinizde neredeyse her şarkınız severek dinlenirdi. Ama günümüzde bir albüm alıyorsun ama neredeyse içinde dinlenilecek tek bir şarkı bile yok. Siz bunu neye bağlıyorsunuz.
F.Ö: Şimdi tüm dünyada bir sıkıntı yaşanıyor müzikte. Bu bizde de hissediliyor. Gençlerin dinlediği şeyler değişti. Teknoloji çok ilerledi. Eskisi gibi birisi bir albüm çıkarsa da dinlesek dönemleri yok artık. Herkes bilgisayardan indirebiliyor. Bunların hepsi sanal, gerçek müzik değil. Ben en çok Dj'lere gülüyorum. Sanki kendileri çalmış, kendileri okumuş gibi. Bir de peşlerinde binlerce kişi kuyruk oluyor ve bilmem ne Dj'in konserine gidiyor. Bir de konserlerdeki tutumlarına hareketlerine çok gülüyorum, çok hoşuma gidiyor bunlar.
"Tarkan'ın başka bir müzik türüne dönmesi lazım"
B.Ö: Tarkan'ı çok beğendiğinizi biliyorum ama; Tarkan'ın düşen performansıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
F.Ö: Vallahi bir ağabey olarak Tarkan hiçbir röportajında benim adımı geçirmediyse, benim de onun adını geçirmemem lazım. Ben size söyleyeyim. Yani bence insan yaşıyla birlikte müzik tarzını da o yaşına göre değiştirmesi gerekiyor. Yani 18 yaşında başka müzik yapıyorsundur, 25 yaşında başka bir tarz, 35 yaşında başka bir tarz. Bence Tarkan, transformasyon dediğimiz başka bir müzik türüne, kendi emsalleri dünyada ne yapıyorsa onun Türkçe'sine dönmeli.
"Hadise'yi çok beğeniyorum"
B.Ö: Hadise'yi de beğendiğinizi biliyorum. Neyini beğeniyorsunuz Hadise'nin?
F.Ö: Çok beğeniyorum. Bu kızı ilk gördüğüm zaman, sesindeki o zenci tınısını sahnedeki o star ışığını, dansını bütün bunlar onun başarılı bir geleceği olduğunu gösteriyor tabii ama iyi yönetilirse.