FİLİZ AKIN: KENDİMDE O GÜCÜ BULURSAM, KAMERA ÖNÜNE DÖNECEĞİM
Bugüne kadar 100?ü aşkın filmde rol alan Yeşilçam?ın unutulmaz oyuncusu Filiz Akın, yıllar sonra Mustafa Altıoklar?ın yeni dizisiyle ekrana dönmeye hazırlanıyor. Zülfü Livaneli?nin ?Leyla?nın Evi? adlı romanından uyarlanacak dizide rol alacağını söyleyen Akın, beğendiği yerli kadın oyuncuları da açıkladı: ?Özgü Namal, Nurgül Yeşilçay, Meltem Cumbul, Hande Ataizi, Nehir Erdoğan?ı çok beğeniyorum
Filiz Hanım, tekrar kameraların önüne geçeceğinizi duyduk. Bu konuda bilgi verir misiniz?
- Senelerdir teklifleri kabul etmiyordum. Ama öyle bir proje geldi ki, elim, ayağım, dilim tutuldu. Dizinin hikayesi, Zülfü Livaneli'nin "Leyla'nın Evi" adlı ünlü romanından. Geçen yaz Livaneli'nin bana yolladığı kitap 54. baskıydı. Yani
Ekranlarda çok sayıda dizi var. Sizin ilginizi hangileri çekiyor?
- "Sıla", "Avrupa Yakası", "Hatırla Sevgili"... "Sıla"nın yönetmeni Gül Oğuz'u çok takdir ediyorum, Güneydoğu'nun ruhunu masalımsı bir atmosfer içinde çok güzel veriyor. Törelerin acımasızlığını anlamayan kalmadı. Dizinin sevilmesinde Cansu Dere'yle Mehmet Akif Alakurt'un masum romantizmi, çok yakışmalarının da rolü var bence. Arkadaşlarımızın bağışlarıyla başlayan ve STARKEY Vakfı'nın ortaklaşa gayretleriyle gerçekleşen bir kampanya ile Mardin'de işitme engelli birçok çocuğa kulaklık takan Gül Oğuz ve çok sevilen oyuncularına ayrıca bir de teşekkür borçluyuz bu duyarlılıklarından ötürü.
Mutfağınızın çok güzel olduğu söyleniyor. Dahası Sönmez Köksal'ın önce yemeklerinize vurulduğu iddia ediliyor. Yemek olayında ne zaman tecrübe kazandınız?
- Ben yemekle ilgilenmeye çok geç başladım. Fransa'da ilk yemeklerimi yaparken soğan doğramayı bile bilmiyordum. Sonra müthiş yaratıcı bir şey olduğu için sanat gibi beni çok heyecanlandırdı. Üstelik paylaşılan bir şey olduğu için arkadaşlarımı şaşırtmak hoşuma gidiyor, bir lezzet şöleni yaşatmaya çalışıyordum. Çoğu Fransa'nın en önemli restoranlarından biriktirdiğim, bir oda dolusu yerli, yabancı kitap, dergi ve yemek tarifi notlarım vardı. Sönmez Köksal önce yemeklerime vuruldu diyemem ama Ankara'daki görevindeyken, en çok da Paris sefiri olarak görev yaptığında çok işimize yaradı bu merak. Paris Sefareti'nin yemeklerinin konuşulur ve beğenilir olmasının Türkiye'ye olan ilgiyi artırması, karar mekanizmasındaki önemli insanlarla yakınlaşma ve tanıtım açısından bir cazibe alanı yaratıyordu sanki. Doğrusu aşçımız ve görevliler de öyle gayretliydi ki, çoğu kez yemek bittiğinde alkışlandılar. Ama ben de üç ay mutfakta santimle ölçerek, kağıtlarla keserek, anlatarak, resimler çizerek ve ayrıntılı deneyler yaparak onları alıştırana kadar çalıştım. Beni sevdiklerini sanıyorum. Değişik çiçek düzenlemelerini de, görsel sunumu da, lezzeti de, her şeyi çok zevkle yaptık.
Dönemin "kral"ı Göksel Arsoy'la oynadığınız ilk filminiz "Akasyalar Açarken"in setinde, ilk kamera önüne geçtiğinizde neler yaşamıştınız? 18 yaşındaydınız ve şimdiki gibi oyuncu koçları filan yoktu. Sizi role kim hazırladı?
- Çok utanıyordum. Kamera karşısında olmak beni müthiş tedirgin ediyordu. Göksel Arsoy, Gülistan Güzey, Suna Pekuysal ve Salih Tozan'ın rahatlığına bakıp "Ben bu işi hiç yapamayacağım" diyordum içimden. Maalesef o zaman oyuncu koçları yoktu. Usta-çırak ilişkisi gibi yapa boza, düşe kalka kendi kapasitemiz nispetinde bir yerlere vardık.
İçinizde ukte kalan rol var mı?
- "Şeytan Marka Giyer" filminde Meryl Streep'in rolünü oynamak ve Oscar'a aday olmak güzel bir duygu olsa gerek diye düşündüm.
Sinemanın zirvesindeyken yaşadığınız dönemleri özlüyor musunuz?
- Hayır, çünkü televizyonda eski filmler yine gösterildiği için çocuklar bile tanıyorlar. Bize gösterilen ilgi ve sevgi o kadar güzel ki!
En çok hangi aktörle oynarken mutlu oluyordunuz?
- Eskiden neredeyse ayda bir film çekildiği için, çok zor şartlarda çalışıyorduk. Arkadaşlığa ve dostluğa pek vakit yoktu. Ama Kartal Tibet, Ediz Hun, Sadri Alışık, Zeki Müren'le çektiğimiz filmlerde çok gülmüş, eğlenmiş, acı, tatlı pek çok şey paylaşmışızdır.
Filiz Akın'ın en sevdiği film hangisi oldu?
- "Umutsuzlar", "Ankara Ekspresi", "Utanç" sevdiğim filmler...
Küçükken de çok güzel olmalısınız. Her zaman dikkat çeken biriydiniz herhalde...
- Ülkemizde, çocukların saçları büyüdükçe koyulaşıyor. Ama ben 10 yaşında, Ankara Koleji hazırlık sınıfındayken de hálá çok sarışındım. Herkesten aşağı yukarı iki yaş küçük olduğum için "Civciv" adını takmışlardı. Ortaokul ve lisedeyken çelimsiz, sıradan bir kızdım. Onun için fiziğimle değil sadece taklit yaptığım için dikkat çekerdim.
Güzelliğinizi kimden aldınız?
- Güzel buluyorsanız çok teşekkür ederim. Kendimi öyle ahım şahım bulmuyorum ama yaşımın iyisi olmaya çalışırım. Annem güzel kadındı. Ben daha çok baba tarafına benzerim. Babaannem bugünün anlayışıyla hokka burunlu, güzel bir kadın değildi, ama sarışın, mavi gözlü, çok alımlı, asil ve zarif bir kadındı. Çerkez olması hoşuma giderdi.
Son dönemde en çok kimleri takdir ediyorsunuz?
- O kadar çok ki... Aklıma gelen birkaç ismi sayayım: Özgü Namal, Nurgül Yeşilçay, Meltem Cumbul, Hande Ataizi, Nehir Erdoğan... Şener Şen ve Uğur Yücel de hálá gözde. Cem Yılmaz'ın ise her yaptığına bayılıyorum; stand-up'larına da filmlerine de... Yılmaz Erdoğan'ın yapıtları da güzel.
Gelelim sağlığınıza, son durum nedir? Bu durumu hayranlarınız da merak ediyor.
- Sağlığım iyi. Sadece tedavinin neticesi bazı zorluklar yaşıyorum. Kulağım yeterince duymadığı için gerektiğinde alet takıyorum. Ağız, boğaz kuruluğu yanı sıra ağır bir reflü sorunu yaşıyorum. Çabuk yorulduğum veya hastalandığım için her şeye katılamıyorum. Ama gözüm görüyor, yürüyor ve pek çok şeyi sevdiklerimle paylaşıyorum. Böyle günlerin kıymetini eskisinden daha iyi biliyorum. Bana ikinci bir şans veren Tanrı'ya şükrediyorum. Hayatın en büyük değeri sevgi. Her şeyin ilacı olan, paylaştıkça büyüyen bu güzel duygularla bakın hayata, onu unutmayın ve ertelemeyin.
Evlilik bir uzlaşma sanatı
Aşkı nasıl yorumluyorsunuz?
- Aşk çok yüksek voltajla yaşanan, başka bir boyuta geçilen bir ruh hali. Karşılıklı olursa hayatta yaşanabilecek en yüksek mutluluk zirvesi. Yaşam boyunca her insanın bir kez olsun tatması gereken bir duygu. Ama çok fazla sürdüremediğimiz bir dönem.
Çünkü çok da gerçek değil. Karşılıklı olmasının bir garantisi yok, ayrıca tutku gibi hastalıklı bir unsur söz konusu. Onun için de heyecan, hayal kırıklığı, bol bol da acı var.
Üstelik bir müddet sonra karşınızdakine değil, aşka aşık olduğunuzu anlayıp o histeri döneminden ayılma durumuna geçiyorsunuz. Bütün riskine rağmen gençken mutlaka yaşanmalı. Sonra zaten sevginin daha güzel olduğunu görüyor, öğreniyorsunuz. Benim gençlere tavsiyem; yüz-göz olmayın! Çatışmaları bir kişilik savaşı gibi alıp, kavgaya çevirmeyin.
Evliliği bir vazo gibi düşünün. Bu kadar gerilimle ve her seferinde biraz daha, biraz daha çatlayarak bir gün küçük bir tartışmayla bile elinizde patlar.
Zaten evlilikte, her şeyde yüzde 100 uyuşma beklemeyin. Evlilik bir uzlaşma sanatı. Mühim olan birbirini incitmekten sakınmak. Bu da tek taraflı olmaz. Maço kültürde yetişen erkekler, bu yüzden pek çok kadını mutsuz, kırılgan ve evliliğe güvensiz yapıyor.
Anneler; erkek çocukları biraz daha az şımartalım. Mümkünse daha az aşk verelim, maço olmasınlar, nazik olmayı öğrensinler.
Kız çocuklarına da daha az romantik olmayı öğretsinler, babalarının gözündeki gibi dünyanın en güzel kadını ve bulunmaz bir prenses olmadığını bilmeleri gerek.
Kaynak : Hürriyet