HAZAL?I HİÇ BÖYLE GÖRMEDİNİZ
MAGAZİNCİ FOTO GALERİ- Henüz 20 yaşında dizilerin aranan yüzleri arasına giren Hazal Kaya, Mecmua dergisi için Ayşe Arman?ın sorularını yanıtladı.
Oyunculuk, çocukluğundan beri istediğin bir şey miydi?
- Sahne sanatları ve müzikle hep bir şekilde ilgim oldu. Beş sene bale yaptım. Yedi sene keman çaldım. “Bu kız, sanatla ilgili bir şey yapacak” durumu hep vardı. Orada annem devreye girdi, beni oyunculuğa yönlendirdi.
Konservatuvar?
- Yok öyle bir geçmişim. Okullu değilim. Bir yaz, Asos’ta tatil yaparken yanımıza yapımcı bir kadın geldi, “Ben seni dizide oynatmak istiyorum” dedi. Hemen üzerine atladım. Demek ki birinin, “Gel seni oyuncu yapalım” demesini beklemişim. Orada başladı her şey ve sonra kimse durduramadı.
Ne zaman oluyor bu?
- Liseye girmeden bir yaz önce. Sonra lisede okurken kendimi geliştirmeye çalıştım. Ekol Drama’ya gittim Ayla Algan’a, sonra Ümit Çırak’a devam ettim, hâlâ ediyorum. Ve sonrası geldi, reklamlar, diziler.
Kaç yaşındasın?
- 20.
Ama sanki çok uzun yıllardır hayatımızdasın...
- “Genco” dizisi başladığında 16’ydım. Ekranda büyüdüm diyebilirim. Evet, bütün Türkiye tanıdı beni ama bende bir değişiklik yok. Daha önce İstiklal’de birlikte gezdiğim arkadaşlarımla yürürken, insanların gelip benden imza istemesi onları şaşırtıyor. Bu ilgi karşısında şımaracağımı zannediyorlardı, oysa ben hep aynı kızım, gram değişmedim. Hep paspaldım, hâlâ öyleyim.
Peki sence niye ego patlaması yaşayıp, “Ben neymişim be abi!” olmadın?
- Biraz da nasıl bir aileden geldiğinle alakalı. Ben “Genco”ya başlamadan annem benimle bir saatlik bir konuşma yaptı. “Bundan bir ay sonra, insanlar seni tanıyor olacak, hazır mısın? Benden her türlü destek ve yardım alabileceğini biliyorsun değil mi? Sıkıştığın yerde n’olur gel” dedi ve ekledi: “Bu arada bir dizide oynuyorsun diye kendini star filan zannetme. Kırarım bacaklarını!” Bu yüzden bayılıyorum anneme, gerektiği zaman ayar verebildiği için. Ben hâlâ “Ayşegül’ün kızıyım”, “avukatın kızı”, öyle bilirler mahallede beni.
OLGUN HALİMİN YANINDA 20 YAŞ SALAKLIĞIM VAR
En çok ne öğrendin ailenden?
- Bizdeki kural şudur: Herkes kendi ayaklarının üzerinde duracak. Benim ailem şen dullar ailesi gibi. Hep kadın, kadın, kadın. Anaerkildir. Ben mesela para kazanıyorum ya, öyle sağa sola saçacak bir durumum yok. Kendim için bir gelecek hazırlamam gerekiyor, yapmak istediğim şeyler var. Yurtdışında okumak gibi. Geçen sene Los Angeles’a gittim, orada bir süre eğitim aldım. Bir taraftan da gelişmek, kültürlü olmak, bilgili olmak para demek. Şu anda Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları’nda okuyorum. 30’umda bile olsam, bitireceğim orayı. Ama Los Angeles’ta ya da Berlin’de denklik sağlanabilirse de okuyayım diyorum. Bunlar için para gerekiyor.
Tırnak yemekten rahatsız mısın?
- Evet. Lisede metalciyken, siyah oje süremiyordum, çok üzülüyordum. Çünkü ortasına kadar yenmiş tırnağa, siyah oje süremiyorsun. Bir gün çok saygı duyduğumuz rock’çı ağabeylerden biri “Sen oyuncu olmak istiyormuşsun” dedi, “Evet” dedim, “Bu ellerle ne oyuncusu olacaksın!” dedi. Bitti bende tırnak yeme durumu ama geçen hafta çok sevdiğim bir arkadaşımı kaybettim, bak bu iki tırnak tekrar yarıya indi.
Bacağındaki ‘Küçük Prens’i niye yaptırdın?
- Bir karar aşamasındaydım. Ya etrafımdakileri dinleyip bir şey yapacak mutsuz olacaktım ya da kendi iç sesimi dinleyip yapmayacaktım. Böyle zamanlarda Küçük Prens okuyorum. Bir şekilde doğru karar vermemi sağlıyor. Normalde iş konusunda hep anneme ve menajerime danışırım. İlk defa, ikisine de danışmadan aldım bu kararı. Çok da isabetli davranmışım. Dedim ki Küçük Prens’e, “Teşekkür ederim, seni artık vücudumda taşımanın vakti geldi!” Şimdi bir tane de enseme yaptıracağım.
Bu sefer neyin sembolünü?
- “Cinayet mahali adam”ı vardır ya, tebeşirle yere çizilmiş adam, onun koşan hali. Rüzgar olacak arkasında, önünde de bir şey kıracak.
Bu kadar erken meşhur olmanın yan etkileri olur mu, ne dersin?
- Zannetmiyorum. Evet şanslıyım, sevdiğim işi yapıyorum, yaparken keyif alıyorum. Ama bu da netice de bir iş. Şöyle bir durumum var, Burger King’de çalışmıyorum da sete gidiyorum. Çok abartmıyorum yani.
“Yaşımdan daha olgunum” diye bir rahatsızlığın var mı?
- Yok. Çünkü bu olgun halimin yanında, bir de 20 yaş salaklığım var. Çünkü ne yaparsam yapayım ben aslında 20 yaşındayım. Sadece belki yaşıtlarıma göre, daha fazla insan kaybettim. Ölümle daha çok yüz yüze geldim...
KISA BOY AVANTAJ
Kolay aşık olur musun?
- Yok.
Şimdi fotoğrafçı bir sevgilin var değil mi, senden 17 yaş büyük...
- Bu konu bana özel kalsın. Özel hayatımdan bahsetmek hoşuma gitmiyor. Bugüne kadar da anlatmadım zaten.
Vücudunda en çok nereni seviyorsun?
- Alnımdaki yarayı! Çocukken yine zıplarken, yanlışlıkla duvara kafa atmışım. Kan revan. Ve hatalı dikmişler. Böylelikle o yanlış, hayatındaki en güzel şeye yol açtı. Kusur seviyorum ben. Çok fazla düzgünlük, güzellik beni sinir ediyor. Yüzümdeki o dikiş izi çok hoşuma gidiyor.
Kısa boylu olmak, avantaj mı dezavantaj mı?
- Avantaj! Altıma bir takoz koyuyorlar, oluyorum 1.75. Çekiyorlar, tekrar 1.58’im.
Bir ara şişmanladığına kafayı takmışlardı...
- Evet, hakikaten duba gibiydim. Çünkü ergenlik. Vücudum değişiyordu. Başta, milletin arkamdan dedikodu yapması üzüyordu beni, sonra “Evet ya, şişmanım kime ne!” demeye başladım.
Ortalıktaki playboy gibi adamlar sana yazmıyorlar mı?
- Görmüyorlar ki beni, görseler belki ama ben hep çalışıyorum. Gece çıktığım zaman da Taksim’deyim. Onlar başka yerlere gidiyorlar.
29, Şamdan...
- Hiç bilmem! 29’a bir kere gittim “Aşk-ı Memnu”nun veda yemeği orada oldu. Bir göründüm, sonra çıktım.
Bir erkekte en tahammül edemediğin şey?
- Kendini beğenmişlikten hiç hoşlanmam. Bir de saygısız insanlardan.
Sevgilinle mutluluk kareniz?
- Böyle oturuyoruz. Duruyoruz. Sadece huzurlu bir şekilde durabilmek bile benim için önemli.
Birlikte yaşamayı düşünmüyor musunuz sevgilinle?
- Bilmem. Ben geleceği çok düşünmem.
Oyuncuları hep bu sevişme sahneleri soruları rahatsız ediyor di mi?
- Oyunculukta bir kuraldan bahsediyorsak; kural, işini en iyi şekilde yapmak olmalı. Ben işimi elimden geldiği kadar iyi yapmaya çalışıyorsam ve orada böyle bir şey varsa, “Hayır efendim ben öpüşemem, sevişemem” demek bana terbiyesizlik gibi geliyor. O zaman oyuncu olma.
Başka eklemek istediğin bir şey...
- Ayşe Arman’a röportaj vereceğim diye korkmuştum. Korkacak bir şey yokmuş! İyi ki yaptık.
Sen vahşi bir dünyanın içindesin ve çok gençsin. Bir sürü karar alman gerekiyordur. Sana annen mi yardım ediyor? Ben koca kadın bir sürü şeyde bocalıyorum, sen daha 20 yaşındasın, kim akıl fikir veriyor?
- Küçük Prens! O yüzden, sürekli yeni bir şeyler okumak istiyorum. Kendimi geliştirebilmek ve daha isabetli kararlar alabilmek için...
İnsan haftanın 6 günü bu kadar yoğun çalışırsa, kendini geliştiremez ki, güdük kalır! O yüzden mi çektin gittin Los Angeles’e? Bir durmak, farklı şeyler görmek ve kendini geliştirebilmek için?
- Tam da bu. Çünkü malzemem kalmadı, ben konservatuarlı değilim. Amatörüm. Ben olsa olsa oyuncu adayıyım, iki dizide oynadım diye oyuncu mu oldum? Los Angeles’a resmen kaçtım. Eğitim almak ve dil kursuna gitmek için. Bir sürü hayalim var, Almanca öğrenmek istiyorum, Fatih Akın’la çalışabilmek istiyorum. Onun haberi yok tabii. Bu yoğun tempo bitsin, mailler atacağım, onun setinde olmak bile bana yeter.
15’İMDE TEK BAŞIMA İTALYA’YA GİTTİM
İtalya’da en sevdiğin şehir...
- Floransa. 15 yaşındayken tek başıma gittim.
Annen tasalanmadı mı?
- Yok canım, o yolladı. Cüzi bir de para verdi, “Bununla idare edeceksin” dedi. 8-9 şehir gezdim İtalya’da. Geri dönerken de uçağı kaçırdım, ağlayarak onu aradım, “Ya işte böyle” dedi, “Demek ki macera dudağını deldirmekle olmuyormuş, havaalanında bekle bir sonraki uçakla dönersin.”
MEZUNİYETİM İÇİN ALTIN KELEBEK’E GİTMEDİM
Meşhurluğun en berbat yanı...
- Her istediğim zaman arkadaşlarımla olamamak. O da meşhurluktan değil aslında işin temposundan. Onlar eğlenir abuk sabuk fotoğraflar çektirir, ben ben olamam o karelerde. Lise mezuniyetimde Altın Kelebek vardı. Ve “Aşk-ı Memnu”nun ilk senesi, benim orada olmam lazım. Yapımcımız Mustafa Şen, “Bütün ekip orada olacağız, seni de bekliyoruz” dedi. “Ama” dedim, “Ben bugün liseden mezun oluyorum.” “Orada biraz vakit geçir, gel” dedi. Sonra telefon açtım, “Rica etsem arkadaşlarımla kalabilir miyim?” dedim. “Hadi peki tamam” dedi.
Röportaj: Ayşe ARMAN Fotoğraflar: Cem TALU