MURAT GÖĞEBAKAN?IN GÖZYAŞLARI SEL OLDU
Murat Göğebakan konuk olduğu Kanal Türk?teki ?Laf Aramızda? programında göz yaşlarını hakim olamadı. Kanser hastalığıyla mücadele ettiği dönemde, ilk eşinden dünyaya gelen oğlu Bülent?in okul masraflarını Avustralya?daki kız kardeşinin karşıladığını söyleyen Göğebakan göz yaşlarını tutamadı. İşte, Murat Göğebakan?ın ibret dolu açıklamaları...
Ünlü şarkıcı ünlü olmadan önce çektiği sıkıntıları anlatırken de zaman zaman duygulandı ve göz yaşlarını tutamadı. İkinci eşi Sema Göğebakan'dan boşanmak için mahkemeye başvuran ünlü sanatçı, 'Ben Sana Aşık Oldum Birtanem' şarkısıyla meşhur olmadan önce, bağlı bulunduğu Prestij Müzik'te 18 ay boyunca günde bir tek simit yiyerek beklediğini, şirketin çok ünlü ortağı tarafından 'O topala albüm mü yapacağız' diye bekletildiğini anlattı. Göğebakan'ın ibretlik yaşam öyküsünden Bilal Özcan'a anlattığı ilginç bölümler şöyle:
BİLAL ÖZCAN: 42 sene öncesine gitmek istiyorum müsadenle 10 Ekim 1968 günü Hatice ve Hasan Göğebakan çiftinin çocukları olarak dünyaya geldin. Annen, baban sen doğduktan sonra çalışmak için Almanya'ya gittiler. Sen burada babaanenle ve dedenle kaldın, anneni babanı ilk kez 5 yaşında gördün, anne baba sevgisi yaşamadın senini için zor olmadı mı?
MURAT GÖĞEBAKAN: Çok zor oldu? Galiba kendi içimdeki dünyamı da genişletmeye başladım farkında olmadan. Çünkü anneyle babanın ne olduğunu 5 yaşında anladım. 5 yaşında şöyle hatırlıyorum, annem babam Almanya'dan senelik izne gelmişlerdi, bir gece vakti sabaha karşı istanbul'dan otobüsle geldiklerinde bana rahmetli babaannem, "kalk oğlum, babanla annen geldi" demişti. İşte o an babamla, annemle ilgili olguya sahip olduğumu öğrenmiştim. Gece annemle babam geldiğinde, babam beni kucağına almıştı. hiç unutmuyorum. Çocukluk yıllarımla ilgili şey bunlar ama farkında olmadan iç dünyam genişlemeye başladı. Çünkü bir şey istersen hep eziksin, çekinirsin. Bir şey isterken, su isterken "Su alabilir miyim?" diye sorardım. Çocukluk yıllarında bende bu eziklik vardı. Çünkü onlar senin annen baban değil.
EZİK BÜYÜDÜM
B.Ö: İçine kapanık çocuk olarak yetiştin öyle mi ?M.G: Eyvallah. Aslında değilsindir, ama içine kapanıksındır. Bir çok şeyi anlatmak istersin, belki anlatamazsın, senle beraber yaşar.
B.Ö: Peki yıllar sonra annene babana sormadın mı ben sizin evladınızım beni niye yanına almadınız beni niye Almanya'ya götürmediniz? Niye sizinle beraber yaşamadım diye sormadın mı ?
M.G: Sordum?
B.Ö: Ne dediler ?
M.G: Dedim, "Yani neden? Niye yani anne?" "Niye baba?" dedim, oğlum da vardı yanımda. İnanılmaz şekilde çok pişmanlar, "Çok büyük hata ettik, burada daha iyi bir eğitim göreceğini düşündüğümüz için, orada seninle ilgilenemeyeceğimiz için böyle düşünmüştük" dediler. Kendilerince haklı bir sebebi vardı saygı duyarım ama ben onlarla beraber olmak isterdim.
B.Ö: Mutlaka her çocuk anne ve babasıyla olmak ister.M.G: Bu bir ezikliktir hep bir eziklik. Babamla ben arkadaş gibi olamadık bir baba mesafesi vardı. Hep vardı. Uzun zamanlar birbirimizle bağ kuramadık,
BEDENSEL ENGELİM DOĞUŞTAN
B.Ö: Murat affına sığınarak sormak istiyorum.
M.G: Lütfen?
B.Ö: Bedensel engelliğin doğuştan mı yoksa, sonra mı oldu?
M.G: Doğuştan. Annem bana hamileyken apandisit ameliyatı olmuş. Hamile olduğunu bilmiyormuş. Ameliyat olmuş bitmiş, hamilelik ortaya çıkınca, doktor 'aldıralım' demiş. Rahmetli dedem bırakmamış; "Ben rüyasını gördüm bu evlat çok hayırlı. Ne olursa olsun bizim başımızın üstünde yeri var" demiş. Doktorlar alınması gerekir demişler ama annem rahmetli dedemin ısrarı üzerine aldırmamış beni ve sonra dünyaya gelmişim.
B.Ö: Tedavi ettirmek için uğraştılar mı?
M.G: Çok uğraşıldı, babam, annem hakikaten inanılmaz şekilde çırpındılar çocukluk yıllarında. Almanya'ya, Avrupa'nın birçok yerine götürdüler. Fakat bir kaç yerde tedavisi bulunamadı rahatsızlığımın.
B.Ö: Senden 3 yaş küçük bir kardeşin vardı Fatoş? Ağabey kardeşten öte bir sevgi vardı aranızda. Sen onu çok kollardın, ilkokulda dağıtılan poğaçayı yemezdin, Fatoş'a, kardeşin sevinsin diye eve götürürdün; Fatoş da çok mutlu olurdu.
BEN HASTAYKEN, OĞLUMUN OKUL PARASINI AVUSTRALYA'DAN KARDEŞİM YOLLADI
M.G: Çok sevinirdi evet?
B.Ö: Fatoş'un varlığı, senin yalnızlığını, senin anne, baba özlemini bir nebze olsun azaltmıştı değil mi?
M.G: Çok fazlasıyla azaltmıştı. O başkaydı, onun mutlu olmasını istiyordum. Çünkü annem babam bizim yanımızda yoktu biz beraber büyüyorduk, aynı yatakta yatıyorduk. Ben uyandığımda o uyanmadan üstünü örterdim, çok başka bir duyguydu.
B.Ö: Fatoş ne yapıyor şimdi ?
M.G: Avustralya'da, çocuklarıyla beraber, eşiyle beraber. Yıllar geçti, oğluma telefon açıyor geçen yıl ben hastanedeyken. "Babandan para alma" diyor üniversitede okuyan oğluma para gönderiyor. (Ağlıyor)
B.Ö: Rahat ol Murat. Kaç yeğenin var?
M.G: Dört tane
B.Ö: Allah bağışlasın, ne mutlu sana görebiliyor musun yeğenlerini? Geliyorlar mı, sen gidebiliyor musun?
M.G: Tabii, biz çok aşırı derece bağlıyız yeğenlerimizle birbirimize. Evladım ve kardeşlerim çok bağlıyız. İşte halası, ben duymayayım diye okul masraflarını ve tüm ihtiyaçların oğlumun karşılıyor. Yıllar önce ben o uyanmasın diye koşarak getirdiğim poğaçaları veriyordum ona. Belki bilirsiniz son derste süt de dağıtılırdı.
B.Ö: Tabii bilirim 'Amerikan, Marshall yardımı' denirdi, süt tozu ne lezzetli olurdu değil mi ?
M.G: Aynen ağabey, ben içmezdim getirirdim kız kardeşim Fatoş'a verirdim, onu sevindirirdim.
B.Ö: Kanser tedavisi görürken oğlun Bülent'in okul masraflarıyla ilgilenemedin çektiğin sıkıntıdan dolayı, onun parasını yatıramadın anladığım kadarıyla. Halası Avustralya'dan yolluyordu öyle mi ? O da seni duygulandırdı şimdi anladığım kadarıyla.
M.G: Evet çok fazla yani? Bir anda çocukluk yıllarımdan aldınız beni, geçen yılki boyuta taşıdınız. Hepsini film şeridi gibi yaşattınız ve duygulandım.
B.Ö: Genç yaşta konservatuarda okurken evlendin. 21 yaşındaydın oğlun Bülent'i kucağına aldın.
M.G: 21 yaşımda kucağıma aldım evet.
OĞLUMA PİŞİK KREMİ ALMAK İÇİN, ARKADAŞIMIN KESTİĞİ KURBANIN POSTUNU VE KELLESİNİ SATTIM
B.Ö: Genç Murat Göğebakan çocuğuna pişik kremi alacak parayı bile bulamamıştı değil mi? Bir gün arkadaşın Ramazan'a yemeğe gittin ve ilginç bir olay yaşadın, pişik kremi almak için bir şey yaptın, anlatır mısın lütfen?
M.G: Pazar günüydü, bizim Ramazan Adana'da hakikaten çok ciddi serveti olan bir kardeşimizdi. İyi görüşürdük, yıllar önce ben ona yardımcı oluyordum, daha sonra takdiri ilahi öyle nasip etti ve o dönem içerisinde onun durumu da çok iyiydi o da kurban kesmişti. "Hadi öğlen gel hep beraber yemek yiyelim" dedi. Geldi arabayla bizi aldı, gittik işte kurban kesmeye. Fakat son kremini sürmüştüm, Bülent'in başka yoktu.
B.Ö: Pişik oluyordu öyle mi vücudunda, bacaklarında çocukların poposunda, bacak arasında olur onlar?
M.G: Adana çok sıcak biliyorsunuz.
B.Ö: Yazları hiç çekilmez.
M.G: Başka yoktu, param yoktu. O an kurban kesildi. "Ramazan kurbanın derisini ne yapacaksın?" dedim, "Bir şey yapmayacağım" dedi, "Bana verir misin?" dedim. "Ne yapacaksın?" dedi, "Kuruturum, Bülent üzerinde uzanır, oynar" dedim. "Tamam, kelleyi de al o zaman" dedi, "Olur" dedim. Ve akşam bizi eve tekrar kendisi bıraktı, akşama doğru. Kendisi bıraktıktan sonra ben kurbanın derisini ve kellesini alıp kasaba gittim. O zaman hiç unutmam 1500 lira para vermişlerdi.
B.Ö: Deriye ve kelleye?M.G: Evet, 1100 lirasını gidip ilacını almıştım Bülent'in.
B.Ö: Pişik kremi aldın?
M.G: Evet, pişik kremini almıştım. 400 lirasıyla ekmek, peynir falan almıştım eve gelmiştim. Hayat böyleydi.
B.Ö: Bazen pastanelerde, cafelerde bir saat program yapıyordun, sana pasta veriyorlardı oğluna götür diye, gücüne gidiyordu ama oğlun eve gidince çok seviniyordu senin pasta getirmene.
M.G: Onun için alıyordum.Oğlum mutlu olsun diye alıyordum.
B.Ö: Ve Adana'da gün geçtikçe tanındın, meşhur oldun.
M.G: Çok, çok anlamlı günlere götürdün beni abi ya, ben bunları hiç kimseyle paylaşmamıştım. Ciddi söylüyorum, bu zaman kadar hiç paylaşmadım. Hatta daha garip bir şey söyleyeyim, oğlum izlerse bunları çoğunu paylaşma mışımdır, çoğunu bilmez bile yani. İnanın bilmez oğlum bile bunları. Çünkü bu dünyadaki en önemli varlığım oğlum zaten başka bir kimsem yok benim. Ancak bilmez bunları, çoğunu hakikaten bilmez kendisine pasta getirdiğimi falan işte. Mesela kız kardeşimle ilgili anlattığın konular; sadece kız kardeşim Fatoş'la ben biliriz o şeyleri kimse bilmez.
B.Ö: Herkesin hayatında bir şeyler yaşanır Murat, herkesin bir hikâyesi var tabi, sen konuğum olduğun için senin hikayeni konuşuyoruz. Seyirciler de, seni sevenler de şu anda ekran başında bizi izleyenler de seni daha yakından tanısınlar istiyorum. Bütün amacım güzel bir sohbet gerçekleştirmek.
M.G: Eyvallah, Allah Razı Olsun. Çok fazla anlatmam, hep içimde yaşadığım için bunları ilk defa böyle bir şeyle karşı karşıya kaldım. Ben bile birçoğunu unutmuştum.
HALUK LEVENT'İN SÖZÜ ÇOK AĞIRIMA GİTTİ
B.Ö: Adana'da yavaş yavaş meşhur oluyordun değil mi? Barlarda çalışıyordun, ben sana aşık oldum bir tanem şarkısını söylüyordun, ama demin de konuştuğumuz gibi maalesef maddi sıkıntılar yaşıyordun. Haluk Levent senin eski arkadaşındı.
M.G: Çok iyi dostumdu.
B.Ö: Evet, senin hayalinde İstanbul'a gidip orada bir şeyler yapmak dimi albüm yapmak vardı.
M.G: (Gülüyor) nereye geleceğini anladım abi.
B.Ö: Haluk Levent bir dost ortamında sana bir şeyler söyledi çok gücüne gitti senin. Ne söylediğini açıklamak ister misin?
M.G: Sevgili Haluk, çok iyi kardeşim, buradan da kendisine geçmiş olsun diyorum. Allah her şeyin en hayırlısını nasip etsin. Bir daha kimseye kötü bir şey yaşatmasın inşallah. İnci Otel'inde sahne alıyordu, çok özel bir programa gelmişti kardeşim hakikaten, ikinci albümü 'Sevenler Ağlarmış'ı yeni çıkarmıştı. Ben de Kehribar'da sahne alıyordum. O çalıştığım mekanın sahibi "Gece Haluk Levent'i dinlemeye gidelim" dedi. Ben "Gitmek istemiyorum, çok yorgunum" dedim. Yıllar öncesinden dostluğumuz var eyvallah da çok yorgunum. Bir de sabah verdiğim gitar dersleri var, "gitmek istemiyorum" demiştim. Nasipmiş ve gittik. Sevgili Haluk da sahnedeydi o zaman. Onla benim aramda yıllar öncesinden kalma bir şarkı vardı, benim geldiğimi kendisi gördüğünde gayri ihtiyari olarak aslında belki art niyet de yoktur, "Bir gün Cafe Apple'dan içeri girmiştim" dedi. Apple cafe diye bir yer vardı bizim orada, üniversite gençlerinin takılmış olduğu bir yerdi, şimdi kapandı. İçeri girdim dedi bir genç gitar çalıyordu, şarkı söylüyordu dedi. Bak o öyle olmaz böyle söylenir demiştim dedi, onu aldım bak böyle söylenildiğini gösterdim dedi şimdi de size o şarkıyı söylüyorum dedi. Aslında onun gerçeği şuydu: yıllar öncesinde genç biri gitar çalıyordu, yanlış akortlar basıyordu, bak öyle değil böyle basmalısın diye ben söylemiştim ona? Tabii çok üzülmüştüm ben orda, inanılmaz şekilde üzüldüm, yani kırıldım beklemiyordum böyle bir şey. Sahnenin kenarındaydım, hiç oturmadan çektim gittim eve. 20'li yaşların vermiş olduğu bir şey var ya insanda kabına sığmama.
ŞÖHRET OLACAĞIM RÜYAMDA MALUM OLDU
B.Ö: Kendine yediremiyorsun.
M.G: Aynen. Şubat ayıydı hiç unutmuyorum, dışarıda inanılmaz bir yağmur yağıyor ki eyvah eyvah, böyle bir şey yok, Adana'da bilirsiniz, tufanlar kopuyor sanki.
B.Ö: Ruhunda da tufanlar kopuyor.
M.G: Aynen, çok fena, dostumdan böyle bir şey beklemiyordum ya, o zaman sigara içiyordum ki yalan konuşmam ben yaptığım her şeyi söylüyorum söylerim de nitekim. Öyle bir tarzı vardır. Balkonda o yağmurun altında sigara içiyorum. Oğluma çekyatı açmıştım, o çekyatta yatıyordu, ben bir sigara içeyim dedim. Sigara kokusu falan olmasın gece diye balkonda sigara içmiştim. Balkonda bir kaç fırt sigara içerken uykum geldi sanki bir ağırlık çöktü üzerime inanılmaz bir şekilde ağırlık çöktü üzerime böyle bir şey yok. Sigarayı atmamla içeriye girip üzerimi bile değiştirmedim, pijamamı bile giymedim. Oğlumu ileriye ittim ve kıvrılmışım yanına çekyatta, yorganı üzerime örttüğümü hatırlıyorum sadece başka bir şey hatırlamıyorum. Ve o an bir rüya gördüm.
B.Ö: Ne rüyası gördün Murat?
M.G: Rüyamda bir sahil düşünün, uçsuz bucaksız, başlangıcı ve sonu olmayan bir sahil, kum sanki altından döşenmişti.
B.Ö: Altından?
M.G: Eyvallah. Ve ben suya girdim rüyamda, yüzmeye başladım o kadar çok gittim ki saatlerce gitmişim sanki dönüp baktığımda çok açılmışım diyorum kendime biraz şurada dinleneyim bir taş olsa da yere bassam bir dinleneyim geri gideyim diyorum çok çünkü açılmışım. Kafamı suyun içerisine sokuyorum ve kocaman bir blok taş görüyorum üzeri yosunlarla kaplı sanki Arapça yazılar vardı üzerinde şu taşın üzerine çıkayım diyorum ve taşın üzerine çıkıyorum taş yükselmeye başlıyor, taş yükselmeye başlayınca ben korkmaya başladım, içinden bir taş daha çıktı taşın, ona tutundum, bir ürkek çocuk gibi ve taş yükselmeye başladı o kadar yükseldi ki ufku görüyordum artık. Ufuktan başka bir şey yok, aşağıya baktığımda insanlar gözükmüyordu. Deniz de gözükmüyordu, hiçbir şey yoktu sanki. O kadar çok yukarı çıkmıştı ki, Rabbim şöhret denilen şey bu mu, tattım dediğimde bir kalktım kan revan içerisinde, ter içerisindeydim.
B.Ö: Çok ilginç.
M.G: Ve sonra dedim ki beni affet Allahım, ben hata ettim, dostumu üzdüm.
B.Ö: Kimi üzdün?
M.G: Yani Haluk'u üzdüysem beni affet yarabbim dedim.
B.Ö: He, orda oturmadın, çıktın gittin mekandan alındığın için ve onu üzdüğünü düşündün.
M.G: Aynen öyle. Beni affet Rabbim dedim.Bu bir eğer şöhretse dostumu üzerek gelmemeliyim.
1,5 SENE, HER GÜN BEŞİKTAŞ'TAN LEVENT'E PRESTİJ MÜZİĞE YÜRÜYEREK GİTTİM, GELDİM
B.Ö: Daha sonra tesadüfler sonucu bir yapımcıyla tanıştın ve İstanbul'a onunla anlaşma yapıp kaset çıkarmak için albüm çıkarmak için İstanbul'a geldin, Beşiktaş'ta sana destek olan bir arkadaşının evine yerleştin. Ve Levent'teki şirkete her gün yürüyerek gidip gelmeye başladın. Cebinde harçlığın yoktu çünkü İstanbul'da çalışamıyordun, izin vermiyordu şirket. Her gün Beşiktaş'tan Levent'e.
M.G: Her gün kaldığım evden, Beşiktaş'tan Mecidiyeköy'e yürüyerek gittim, geldim. 18 ay boyunca, 1 saat 40 dk gidiş, 1 saat 30 dk. dönüş.
B.Ö: Yokuştur orası
M.G: Evet 1 saat 40 dakikada gidiyordum her gün.
B.Ö: Giderken yokuştur, dönerken iniştir ama çok uzun bir yoldur ve her gün sadece bir tek simit yiyiyordun değil mi?
M.G: Evet, giderken yarısını, gelirken yarısını.
B.Ö: Bütün gün biraz olsun tok kalabilesin diye mi öyle yapıyordun?
M.G: Evet onun için, ama midem boş kaldığı için Reflü hastalığına yakalandım.
B.Ö: Çok çileli günler yaşamadın mı Murat? Çok büyük çile değil mi bu?
M.G: Çok, çok bedel ödedim, ciddi çileler çektim.
PRESTİJ MÜZİĞİN O ÜNLÜ ORTAĞI, BANA ALBÜM YAPILSIN İSTEMİYORDU
B.Ö: Prestij müziğin ortaklarının biri hariç diğerleri sana albüm yapmak istiyordu. Çünkü şarkıların çok güzeldi, barda çalıştığın zaman bütün Adana yıkılıyordu. Şarkılarını duyanlar tekrar tekrar dinlemek istiyorlardı; ancak bir ortak var ki o, sana albüm yapılmasını geciktiriyordu. Peki onu affetin mi?
M.G: Ben herkesi affettim, ben kimim ki davacı olabilirim Allah'ın yaratmış olduğu herkesin başımızın üzerinde yeri var.
B.Ö: O ortağın olmadığı bir dönemde, Avrupa'ya konserlere gittiği bir dönemde sana albüm yapıldı.
M.G: Toplam 20 günde albüm yapıldı.Çalındı, okudum, mixi, masteringi, klibi bitti toplam 20 günde.
'BEN SANA AŞIK OLDUM' ŞARKIMIN KLİBİ KRAL TV'DE YAYINLANDIĞI GECE HAYATIM DEĞİŞTİ
B.Ö: 'Ben Sana Aşık Oldum' klibinle artık çıkışa hazırdın? Kral TV o dönemde en büyük müzik kanalıydı, bütün yeni çıkan albümleri sahipleri götürüp orda yayınlatmak isterlerdi.
M.G: Ricalarla.
B.Ö: Ricalarla, minnetlerle. Para bile geçmiyordu, tabiî ki para alınıyordu ama bazen paranın hiç önemi olmuyordu? 21 Mayıs 1997 gecesi 23.45 te sevgili VJ Bülent, programında 'Ben Sana Aşık Oldum' klibini yayınladığı zaman her şey çok değişti senin için.
M.G: Hayat değişti.
B.Ö: Adana'da herkes ekran başında seni bekliyordu, İstanbul'daki dostların o anı bekliyordu.
M.G: Herkes, herkes bekliyordu.
B.Ö: Program bitti, telefon çaldı. Bir ses, "Seninle gurur duyuyorum" dedi, kimdi o?
M.G: Oğlum?
O TOPALA ALBÜM MÜ YAPACAĞIZ DEMİŞTİ! BOYNUMA SARILDI?
B.Ö: Ve sonra diğer tebrik telefonları geldi sabaha kadar?
M.G: Sabaha kadar durmadı ve Kral TVistek kabul etmiyordu biliyorsunuz. Siz bilirsiniz rejiye bir liste verilir ve listenin dışına çıkılmaz, her ne olursa olsun çıkılmaz. O gün kral tv sabahın 5'ine kadar ben seyretmiştim, artık vj Bülent saat gece 2 de dedi ki artık ben yoruldum reji kilitlendi, ben sana aşık oldum'u 3. Kez çalıyoruz, artık lütfen istemeyin yukarıdan çok büyük sıkıntı yaşayacağız demişti ve ben şunu söyleyeyim, o gün sabaha karşı sabah 5'e kadar oturdum ben yaklaşık 6 defa çalınmıştı ben sana aşık oldum yine Allah herkesten razı olsun ama dediğiniz gibi 11.45'te yayına girdi hiç unutmam kot pantolon ve beyaz gömleği vardı üzerinde Bülent'in, size bir klip dinleteceğim demişti, inanılmaz çok güzel ve dinledikten sonra bana hak vereceksiniz demişti, bittikten sonra telefon çaldı evde, seninle gurur duyuyorum baba dedi ve telefonu tekrar geri kapatmıştı çok yazmasın diye. Sabaha kadar ağladım, birçok acılar çektim bu kadar mı dedim yani bitti mi buraya kadar mı dedim insanoğlu çok şey yaşayabiliyormuş. Ve o da yaşadığım güzel anılardan birisiydi işte. (Ağlıyor)
HER GÜN SİMİT YİYEN BEN, O GÜN SOFRAYA DAVET EDİLDİM
B.Ö: Kral tv'de dediğin gibi programın dışına çıkılmaz ama o senin şarkın, o klibin 24 saat içinde 17 kez çalındı. Bende o günlerde Star'da çalışıyordum program yapıyordum, çok iyi biliyordum. Ve sen o sabah kalktın Beşiktaş'tan Levent'e yine yürüyerek gittin ama yolda yürürken insanlar seni birbirlerine gösteriyorlardı bak o diyorlardı ve Prestij müzik binasına girdin, "o topala albüm mü yapacağız?" diyen o meşhur ortak boynuna sarıldı, seni yanaklarından öptü ve her gün simit yiyen sen o gün o imparatorluğun prestij müziğin sofrasına davet etildin. Büyük mutluluktu dimi bu?
M.G: Bilmiyorum, bence öbürü daha iyiydi, bugün düşünüyordum da başarmış olmak çok büyüktü, simit yemek bence daha büyük mutluluktu, şoför kardeşlerimle beraber bir bardak çay ve bir simitle günü geçirmek benim için daha büyük keyifti galiba şimdi düşünüyorum da. Çünkü onlar yalancı değildi, onlar samimiydi. Bence öbürleri yalancıydı hala yalancı oldukları gibi ama ben yine de onları affetim, ben hakkımı helal ettim.
B.Ö: Hakkını helal ettin. 42 yaşındasın ve 42 yıl tabi mücadeleyle geçti, insanların hayatlarında böyle şeyler olabilir. Ama sen üstüne üstlük bir de amansız bir hastalığa yakalandın geçen sene, Akut Lösemi oldun Murat büyük geçmiş olsun, şu anda her çok iyi öyle değil mi? Her şey çok iyi, geçenlerde testin yapılmış galiba son testler, patoloji ve yine iyi çıkmış.
M.G: Allah öyle nasip etti,
DOKTORUM, BİR HAFTALIK ÖMRÜN VAR DEDİ
B.Ö: Evet. Tedavi süresince vefat etti haberleri bile çıktı biliyor musun internette böyle şeyler dolaştı ama sen ümidini hiç yitirmedin, bu amansız hastalığı yenmende en önemli şey neydi? Ne etken oldu en çok?
M.G: Birçok şey var, halkaların bir araya gelmesiyle zincirler oluşuyor, eğer en baştaki halka inancınsa son halkanda sevgin olmalı, aradakiler de detaylarındır, güzelliklerdir aslında beraberinden her ne olursa olsun şu işin bir gerçeği var ki ben mutlak teslim oldum, doktorum bana dedi ki eğer kemoterapiye vücudun cevap vermezse bir haftalık ömrün var dedi. Ben de dedim ki bir haftalık ömür bile uzun kıymetini eğer biliyorsan,bir sorun yok, Cenab-ı Allah neyi nasip etmişse odur, ötesi yoktur. Ama on binlerce insan benim için dua ettiler, yüz milyonlarca insan dünyanın dört bir yanında benim için dua ettiler, camilerde dua ettiler, diyanette dua edildi, okullarda benim için dua edildi, okuma salonları açıldı, Murat Göğebakan'a okuma duası diye odalar açıldı benim için, çok başka bir şey bu, çok başka bir keyif. Çok başka bir güzellik, benim için bir ödül olmalıydı bu ödül, peki bu kadar insan sizin için hastaneye gelmiş binlerce insan var. Kapının önünde benim için bir defa görelim onu diye dua ediyorlar el açmışlar, aşağıda Yasin-i Şerif okuyorlar.
B.Ö: Evet, Manisa'da bir konserden 15 bin kişinin izlediği bir konserden sana telefon açmışlar ve 15 bin kişiye o anda dua ettirip sana dinletmişler.
M.G: Evet, sevgili Hakan Doğanay. Yani Cenab-ı Allah bana nasip ettiğinin her kuluna 10 bin katını nasip etsin. Hakikaten söylüyorum, çok başka bir duygu, çok başka bir güzellik, Allah herkesten razı olsun, ama bu kadar insan bizim için sebep olmuşken biz kalkıp ta bırakmalı mıydık kendimizi hayır bırakmamalıydık,
HASTANEDEN KAÇACAKTIM, BIRAKMADILAR
B.Ö: Hastalığının başında lösemili bir grup çocuk seni ziyaret etmiş, o fotoğrafı gördüğüm zaman çok duygulandım ben, çocukların kendi dertleri de var dağlar kadar dimi? Belki şu anda Allah bilir ama onun içinde bir iki tanesi hayatta da olmayabilir ama onlar Murat ağabeylerine ziyarete geldiler o gün, sana moral vermek için çünkü sen yeni bir hastaydın dimi onlar biraz daha önce yakalanmışlardı ve sana, 'ağlama değmez hayat' şarkısını söylediler hep beraber. Moral oldu mu sana?
M.G: Çok. İnanılmaz şekilde, bir gün Türkçe Olimpiyatları yapılıyordu, kaçacaktım, çok gitmek istiyordum oraya bırakmadılar beni. Oğlumla beraberdik yanlış hatırlamıyorsam, birden kapım açıldı kapısı açıldı, zenci kardeşim, Çinli kardeşim, İspanyol'u, Amerikalısı, Afrikalısı, Asyalısı toplanmış hepsi birden kapı birden açıldı ve hepsi birden işe gece çöker günler solar, hep birden ay yüzlümü söylediler, oturdum sabaha kadar hıçkıra hıçkıra ağladım. Yani, çok başka bir duygu bu, düşünün kim olduğunu bile bilmiyorlar bu insanlar, 'Ay Yüzlüm'ü söylemeye gelmişler, çok güzel bir şey bu.
SEMA HANIM'DAN ÇOCUK YAPMAK İSTEMEDİM
B.Ö: Çok güzel bir şey tabi. Bütün Türkiye'nin seni tanıdığı 1997 yılı Ağustos ayında büyük bir mutluluk daha yaşadın, sonradan eşin olacak Sema Hanımla tanıştın, birlikte sıkıntılar da yaşadınız.
M.G: Eyvallah.
B.Ö: Pek çok şeyi paylaştınız, o zaman yapımcın Sema Hanım'dan ayrılmanı da istiyordu. Sonunda başardı da 6 ay kadar ayrı kaldınız değil mi? Hatta barışmak için sen onu aradın, bir türlü elin telefona gitmiyordu ve aradın ve ona "seni çok seviyorum" dedin ve o da sana "Allah senin belanı versin" dedi ama bunu kızar gibi değil de dimi bu saate kadar niye bekledin anlamında söyledi. Barıştınız 2000 yılında evlendiniz, adına şarkılar albümler yaptın Sema Hanım'ın. Oğlun Bülent'in ilk eşindendi Murat. Sema Hanım'dan çocuk sahibi olmak istemedin mi?
M.G: Sema Hanım şeker hastasıydı. Bir, ikinci bir olay Bülent'i çok aşırı sevdiğim için çocukluk yıllarımda babamla baba-evlat ilişkisi yaşamadığımdan dolayı bütün sevgimi Bülent'e verdiğimden dolayı ikinci bir evladı kabul edemedim bir türlü. Çünkü her şeyimi Bülent'e verdim. Çok aşırı çok fazla sevdiğimden Bülent'i. Mesela şey var, bütün kardeşlerimi çok seviyorum lakin Fatoş'u bir başka seviyorum. Lakin Fatoş'ta beni bir fazla seviyor zaten. Kendi eşi bile aramıza girmez hiçbir zaman hatta daha garip bir şey söyleyeyim annem babam aramıza girmez. Kendi evladı yeğenim aramıza girmez.
B.Ö: O kadar çok.
BUGÜN İÇİN SEMA HANIM'IN DÖNMESİNİ İSTEMİYORUM,
YARIN NE OLUR ANCAK ALLAH BİLİR!
M.G: Evet, düşünün öyle bir eş değer sevgi her şeyimi Bülent'e verdim ben, paylaşamazdım ikincisini.
B.Ö: Anladığım kadarıyla şimdi ayrı olduğun eşini hala çok seviyorsun hala unutamamışsın sana geri dönmesini istiyor musun Murat?
M.G: Yok? Yani şuan için olmaz, belki yarın nedir bilmiyorum ama bugün benim gönlümün kırık olması çok önemli bir şey değil; oğlumun gönlü kırık ki bence bu çok önemli. Ama yarın için bir şey söyleyemiyorum. Bi rgün Mekke sokaklarında çok Peygamber Efendimizi sıkıştırıyorlar. "Seni bu sefer elimizden kim alacak?" diye söylediklerinde Allahuresulullah şunu söylüyor; "Allah varken kimse yoktu" Yani, yarını ancak Allah bilir, gayemi ancak Allah bilir. Bugün için bir şey konuşmak yersiz olur, yarının hesabını yapmak bence yanlış olur.
UMRE'YE GİTMEK SEMA HANIM'IN NASİBİNDE YOKMUŞ
B.Ö: Umre'ye gittiğini söyledin de, Umre'ye eşin Sema Hanım'la gitmeyi düşünüyordun bildiğim kadarıyla değil mi? Öyle rezervazyon bile yaptırmıştın, ona sürpriz yapacaktın ama ayrılık girdi araya?
M.G: Evet, nasibinde yokmuş diyelim?
HALA KİRADA OTURUYORUM, KİMSE HAKKIMI VERMEDİ Kİ!
B.Ö: 2002 yılında çıkardığın ay yüzlümde çok çok güzel bir şarkıydı pek çok güzel şarkılarından biriydi. Bir arkadaşın ingiltere'ye gidiyor ve CD'yi alıyor yanına, orada dinlerken bir İngiliz duyuyor, "Bu adamın kaç tane Ferrarisi var? diye soruyor. Simitten yola çıkıp Ferrari'ye ulaşmayı başarabildin mi?
M.G: Yok,yok abi hala kirada oturuyorum.
B.Ö: Ciddi mi söylüyorsun?
M.G: Vallahi bende yalan yok biliyorsun abi ben hala kirada oturuyorum.
B.Ö: Ev sahibi olamadın mı?
M.G: Yok abi nasipte yokmuş inşallah bu sene olursa olur
B.Ö: Ama çok albümler yaptın, çok güzel satışlara ulaştın?
M.G: Demek ki kısmet olmadı abi. Bizim albümlerin çok satması bir şey kifayet etmezki bize hakkımızı kimse vermedi ki!
MEZARLIKTA HIZIR'
B.Ö Murat, sen 1999 yılında 'Gök' isimli şarkına mezarlıkta klip çekilirken başına çok ilginç bir olay gelmiş bunu duyduğuma şaşırdım,gerçek mi yoksa birilerini uydurup sana mal ettiği bir olay mı merak ettim.
M.G: Allah şahidimdir ki gerçek vallahi de billahide gerçek.
B.Ö: Kısaca bahseder misin?
M.G: Tabi ki, Avcılar'da 'Avcılar Mezarlığı' vardır. Orada klip çekeceğiz, gittik. Hazırlıklar yapılıyor o sırada bir adam gidiyor geri geliyor böyle etrafta 55-60 yaşları arasında fakat çok dinç hakim yaka bir gömleği çember bir sakalı hafif çıkmış. Uzun boylu, baba yiğit derken yanıma geldi. Yanıma gelince bende kalktım, çayımı kenara koydum. İçtiğim sigarayı da kenarda tuttum, ayıp olmasın diye. "evlat nedir beni sana çeken" dedi. "Valla bilmiyorum" dedim. "Gel benimle" dedi, "eyvallah" dedim? Mezarlıkta dolaşıyoruz, "Ben" dedi, "Geceleri burada yaşarım" dedi? "Sağlığında, atlara, halılara, yatlara sığmayanların gece ben burada iniltilerini dinlerim" dedi.
B.Ö: Mezarlıkta?
M.G: Evet, gülün ne olduğunu anlattı bana. Gül bir şeymiş orada öğrendim. Meğer Kabe'nin neden gül suyuyla yıkandığını öğrendim. Onunla işte bütün bunları yaşarken çağırdılar klip çekimini yaptık. Kenarda hala beni izliyor görüyorum? Benim bir tane tek kapı arabam vardı, yeğenim yanımda? O adam, "Ne tarafa gideceksin" dedi. "Etiler tarafına gideceğim" dedim. "Geçerken yolda beni indir" dedi? Yeğenime, "Sen arkaya geç" dedim. Geldi arabaya yanıma bindi, kapıyı çekti ben çalıştırdım gittim. Avcılar'dan aşağıya inerken inanılmaz bir trafik var, "Ben burada ineceğim" dedi. "Baba burada inilir mi yolun ortasında, kurban olayım gideceğin yere kadar götüreyim, ben seni" diyecek oldum? Yok burada ineceğim dedi.
B.Ö: Yolun ortasında
M.G: Yolun ortasında burada ineceğim diyor adam, dörtlüleri yaktım, sağa çektim trafik tıkandı tabii ayrı konu. Kapıyı açtım, yolcu edeyim diye.. "Sen otur, sen inme" dedi. "Olur mu öyle şey" diyecek oldum, "Sen otur" dedi sağ elimi de güçlü sıkıyor kolumu. "Peki" dedim, "nasıl isterseniz"? Kapıyı açtı, kendisi indi. Gayri ihtiyari dedim, "olmaz, dışarı çık lan, senin büyüğün" dedim kendi kendime? Dışarı çıktım, adam yok.
B.Ö: Nasıl?
M.G: Yok?
B.Ö: Arabadan indi?
M.G: İndi
B.Ö:Nereye gitti?
M.G: Yok, döndüm arkamı arabaya bindim. Yeğenime, "Adam nereye gitti?" dedim. Yeğenim bana dedi ki sen kiminle konuşuyorsun?" Ya kapıyı açtım bir daha dışarıya fırladım abi, gitti yok?
B.Ö: Mezarlıkta arabaya binen adam hiç binmemiş mi arabaya, sen kiminle konuştun Murat?
M.G: Halk dilinde ona Hızır diyorlardı.
B.Ö: Bir hızırla konuştuğuna inanıyorsun öyle mi ?
M.G: Evet
B.Ö: Çok büyük bir tecrübe yaşamışsın hayatın çok ilginç.