TARDU?YA AŞIĞIM
Erkekler ona aşık. Gözleri, saçları, gülüşü, bakışı için değil, ?birlikte rakı içilecek kadın? olduğu için. Acaba bunun altında yatan otoriter bir kadını dize getirme isteği mi? Yoksa ipleri, güçlü bir kadının eline verme arzusu mu? Gerçekten, erkekler neden onunla rakı içmek istiyor? Behzat Ç.?nin savcısı Esra?yı canlandıran Canan Ergüder, bu sorulara Vogue dergisinde yanıt verdi.
Türk erkeklerinin son günlerde en seksi bulduğu kadınlardan biri Canan Ergüder. Bol reytingli TV dizisi “Behzat Ç.”de, asi ruhlu baş komiserin, yani Behzat Ç.’nin gönlünü çelen ve onunla tutkulu bir ilişkiye giren savcı Esra rolüyle erkeklerin kalbini fethetti. Sosyal medyada onunla ilgili yorumlar arasında “Birlikte rakı içilecek kadın” sözü dikkat çekiyor. Bu beğeninin ardında yatan psikolojik sebepleri merak ediyorum. Acaba otoriter bir kadını dize getirme isteği mi? Yoksa ipleri, güçlü bir kadının eline verme arzusu mu? Bu soruları heyecanla olayın kahramanına yöneltiyorum. Gerçekten, erkekler neden onunla rakı içmek istiyor?
İNSAN SEVDİ Mİ BÖYLE SEVMELİ
“Esra erkekler için ideal bir formülün temsilcisi. Erkeğini sever, bekler, ne olursa olsun onun arkasında durur. Fazla kıskanç değildir. Durduk yere dırdır yapmaz. Güçlüdür, kolay kırılmaz. Yerine göre ciddi olmasını da bilir, rakı içmesini de. Hiç cıvımaz. Cıvısa bile şekerdir. Bir erkek ondan hem çekinir hem de onunla eğlenebilir. Kısacası, erkek için hayatı kolaylaştıran bir kadın Esra.”
Canan Ergüder böyle midir peki? Yani “birlikte rakı içilesi kadın” mıdır?: “Kesinlikle. Bazen kıskançlıklarım olabilir, duygularıma yenik düşebilirim ama genel olarak sakin bir kişiliğim var. Rahat bir kadınım anlayacağınız. Benimle çok şey yapılabilir.”
Ya o çok konuşulan 30. bölümde, Esra’nın Behzat’a yaptığı aşk itirafı? “Saplantılısın ama ben seninle mutsuzluğa da varım” sözüyle biten sahne, “Bize bir kadın için sevmenin en cesur halini anlattın” dedirtmiş bir hayranına: “Esra karşılık beklemeden sevdiğinin gözü önünde uçurumdan atlayabilecek bir kadın. İnsan sevdi mi böyle sevmeli.”
AYAKLARIM HEP YERE BASMALI
Canan Ergüder, akademisyen bir baba ve ev hanımı bir annenin tek çocuğu olarak 1976 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş. Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ni tamamladıktan sonra üniversite için ABD’ye gitmeye karar vermiş. Sosyoloji ve tiyatro okumuş. “Babam, bir gün tiyatro yapmaktan vazgeçersem elimde yedek bir diplomam olsun istedi. Genel kültür bir oyuncu için şart. Sosyoloji bu anlamda kariyerime sağlam bir altyapı oluşturdu” diyor.
Sayısız tiyatro oyunu, sinema filmi ve boşanmayla biten bir evlilik sığdırdığı Amerika günleri, beklemediği bir anda sona ermiş. “Dönmeye hiç niyetli değilken ‘Bıçak Sırtı’ndan teklif alıp 10 aylığına İstanbul’a geldim. Geliş o geliş... Hayat bazen aniden çarpıp yönünüzü değiştiriyor. Size de akışa teslim olmak kalıyor.”
Oysa kişiliğinin sürprizlere açık bir tarafı yok. Hayatı planlı programlı yaşamayı seviyor. “Ayaklarım hep yere basmalı. Çocukken bile düşmeden yürüyebileceğimi anladığım an ayağa kalkmışım.”
TARDU’YA BÜYÜK BİR AŞK BESLİYORUM
“Behzat Ç.”deki rolünün hakkını verebilmek için çok çalışmış. Hukukçulardan dersler almış, kitaplar okumuş. Ama belki de en önemlisi Bakırköy Adliyesi’nde yaptığı staj olmuş: “Cinayet davalarına katıldım, stajyer avukatlarla oturup duruşmaları izledim. Kadın savcı, bana ne olursa olsun kadınlığımı unutmamamı söyledi. Ben de öyle yaptım.”
Savcının bu öğüdü bugün milyonları ekrana kilitleyen aşk sahnesinin müsebbibi. Savcı Esra gündüzleri mesleği gereği ne kadar sert ve otoriter bir kadın olsa da, geceleri sevdiği adama dokunmayı hayal eden tutkulu bir aşığa dönüşmüş. “Aşkta tutku şart” diyor Ergüder: “Savcı da olsanız bu böyle. Tutku bir ilişkinin belkemiği. Aşk hızla gelip çarpıyor ama aynı hızla devam etmiyor, metamorfoz geçiriyor, sevgiyle karışıyor. Ben monogamistim ve uzun süreli ilişkiden yanayım. Böyle bir ilişkide tutku zamanla azalabiliyor. Yıllar geçiyor, hayat değişiyor, siz değişiyorsunuz. Ama tutkuyu canlı tutabilirseniz aynı kişiyle ömür boyu birlikte olabilirsiniz. İnsan buna çabalamalı.”
Tardu Flordun’la yaşadığı ilişki hâlâ ilk günkü kadar tutkulu: “Ona karşı içimde büyük bir aşk besliyorum. Birlikte bir hayat kurmak istiyoruz ama şimdilik her şeyi akışına bıraktık.” Bu konuda konuşmaya pek gönüllü değil. Evrenin ona sunduğu bu hediyeyi kendine saklamak istiyor.
ŞİFACI BİR TARAFIM VAR
Ben güneşli bir insanım. Pozitif enerjimle etrafımdakileri de aydınlatırım. Ayrıca şifacı bir tarafım olduğuna da inanıyorum. Neden, nasıl diye sormayın, anlatamam. Dünyaca ünlü şifacı Barbara Brennan’ın Türkiye’de iki öğrencisi varmış. Önce onları bulup konuşmam ve içimdeki potansiyeli keşfetmem gerek. Belki bir gün ellerimle hastalara şifa dağıtırım, kimbilir...
HARİKA YEMEK YAPARIM
Harika yemek yaparım. Gurme yanımı ABD’de yaşarken keşfettim. Uzun yıllar harçlığımı çıkarmak için restoranlarda çalışmamın da bunda etkisi oldu tabii. Yeni tatlar yaratmayı seviyorum. Hatta vaktim olursa yemek okuluna gitmek istiyorum. İtalyan ve Fransız mutfakları favorim. Uzakdoğu mutfaklarını da seviyorum. Özellikle de Thai. Değişik pazarlar keşfedip mutfak alışverişi yapıyorum. Kasımpaşa’da Kastamonu pazarı var mesela. Hafta sonları erkenden kalkıp giderim ve oradan aldığım taze malzemelerle sevdiklerime kahvaltılar hazırlarım. Hayalim ileride kısıtlı bir mönüsü ama çok güzel bir mutfağı olan küçük ve rustik bir restoran/kafe açmak.
İNSANLAR SAHTELİKTEN SIKILDI
İnsanlar sahtelikten sıkıldı. Bakıyorsunuz başrolde kusursuz derecede güzel bir kadın. Gözünden bir damla yaş süzülüyor yavaş yavaş ama yüzü ekşimiyor, burnu kızarmıyor, dudakları büzülmüyor. Çünkü gözüne bir şey sıkılmış ve bu sayede ağlıyor. Böyle bir oyunculuk anlayışı beni müthiş rahatsız ediyor. Bizim dizi o yüzden bu kadar çok sevildi. Her şey samimi, sade ve doğal.