ÜNLÜ OYUNCU MURAT AYGEN, ANNESİYLE İLGİLİ ACI GERÇEĞİ İLK KEZ ANLATTI
Mucize Doktor dizisinin Tanju Hocası oyuncu Murat Aygen hurriyet.com.tr’ de Ferit Ömeroğlu’na çarpıcı açıklamalarda bulundu. Gittiği her ortamda kendisini doktor sandıklarını söyleyen Murat Aygen bir ödül almak istese bunun dizi oyunculuğu olmasını tercih edeceğini belirterek dizi oyunculuğunun tiyatroda oynamaktan çok daha zor olduğunu söyledi. Dizide en zorlandığı sahne sorusuna verdiği yanıtla yürekleri dağlayan Murat Aygen annesini iki buçuk yaşında bir yangında kaybettiğini ve hayatının en büyük travması olduğunu söyledi. Aygen soruya cevap olarak, "Mucize Doktor’da da aynı vakadan bir senaryo geldi. Benim hikayemi bilmeden yazılmış bir şey bu üstelik? Ben o hastayı tedavi ettim ve onunla karşılaştığımda kendimi çok kötü hissetmiştim" dedi.
Kuzey güney dönüm noktası olmuş ama dizide seni neyin etkilediğini paylaşmamışsın. Ne gördün de ben dönmeliyim oyunculuğa dedin?
Teknik olarak bir şeylerin çözülmüş olduğunu gördüm. Kuzey Güney’in içinde olmak değil de böyle bir yapılanmanın içinde olmak istedim. Kuzey Güney’de olan Medcezir’ de de benim başıma geldi. Herkes -zaman dahil- doğruydu. Şu anda bulunduğum proje de öyle... Mucize Doktor çok efsanevi bir iş oldu. Herkes aynı enerjiyi aynı mekanda ve aynı zamanda paylaştığı için gerçekten mucizevi bir iş çıkıyor ortaya.
Pik yapan birçok dizinin ilk sezonundan sonra büyüsünün bozulduğu gerçeği var. Mucize doktor da öyle olur mu?
Bilemiyorum, her şey olabilir. Büyü nasıl bozulabilir? Kişilerden kaynaklı ve toplumsal yapıdan kaynaklı bozulabilir. Bazı şeyleri biraz geç algılayıp erken müdahale edememekten kaynaklı olabilir.
“Beni doktor sanıyorlar”
Sosyal hayatta ‘Tanju Hoca’ olma hissi uyanıyor mu yoksa arka planda başka bir Murat Aygen mi var?
Tabi ki başka bir Murat Aygen yok. Tanju hoca kafası iyi ya... Geçen gün bir hastaneye gittim. Ben de bir operasyon geçireceğim bir ay içerisinde... Gittiğim hastane çalkalandı, ‘’Tanju hoca geldi’’ diye… Hastalar gelip bir şeyler söylediler. Doktor arkadaşım da ‘’ne oluyor?’’ diye sordu. “Hayat böyle bir şey” dedim. Kendi çalıştığım hastanede de gerçekten doktor kafasını yaşıyor gibi oldum. Geçenlerde çok yoğun bir set sonrası bir kafede oturup bir sonraki set dakikamı bekliyorum ve birileri gelip ‘’hocam fotoğraf çekinebilir miyiz?’’ dedi, tamam dedim sonra ‘’hocam başka birileri daha geldi’’ dedi. ‘’Bunlar bizim yardımcı oyuncular mı?’’ diye sordum. Bir baktım hastane personeli bana ‘hocam’ diyor. Geçen gittiğim hastanede de personel arkadaş ultrason ekranını çevirdi ‘’bakın hocam burada yağ kütlesi şöyle oldu böyle oldu’’ dedi. (gülümsüyor) Sosyal hayatıma gerçekten çılgınca bir etkisi oldu, beni doktor sanıyorlar.
“Benim için hayattaki en değerli şey bilgi ve zamandır” demişsin… En boş geçirdiğin zaman hangisi?
Boş geçirdiğim hiçbir zaman yok açıkçası… Zamanın boş geçirilmesi gerektiğine inanmıyorum. En boş hissettiğin zaman aslında zihninin en çok çalıştığı zamandır. O yüzden insanların fiziksel olarak hiçbir şey yapmadan boş zaman geçiriyorum dedikleri şey kafalarını en çok çalıştırdığı döneme tekamül eder, bu da gerçekten iyi bir şeydir.
“Projekoliğim aslında…” Nasıl projeler bunlar?
Sürekli kafamda proje ürer. Zorlanmıyorum. Kafa çalışınca hayatım daha rahat, ne kadar hızlı olursa o kadar rahat oluyor. Bu toplumsal bir şey… Kişisel dertlenmelerden uzağım, hemen detoksumu yaparım. Sen beni yoruyorsan bir saat sonra hayatımda yoksun demektir. Ama içinde bulunduğun toplumun gerginliği tabi ki yine de sana yansıyor. Onu da dert edinmeyip daha çok, ona dair nasıl savunma mekanizması geliştirdiğinle ilgilenirim.
Motor kullanmaya devam ediyor musun? Geçirdiğiniz kazalar üzerine bunu merak ettim.
Motor kullanıyorum. Kazaların insana bir şeyler öğretmek için olduğunu düşünürüm. Fiziksel çarpışmalar da dahil olmak üzere... Bir yerde konuşma yaparken de bunu anlatmıştım insanlara… Üstüne makale yazdı sosyologlar… Yaşadığın her şey bir travmadır. Pozitif veya negatif... Düşüyorsun, kafayı vuruyorsun ve o an itibari ile hayatın değişiyor. Biz şimdi seninle karşılaştık, oturduk konuştuk. Sen bana bu röportajı yapabilmek için çok güzel bir mesaj atmışsın ben o yüzden sana döndüm. Bunların hepsi insanların çarpışma, karşılaşma sonrasındaki yaşamlarının başka bir aksa doğru ilerlemesi ya da aynı aksın içerisinde ikimizin de yol alabiliyor olması… O yüzden kazalar bana tabi ki ders olur. Neye göre ders oluyor? Evet, bu bölgeden geçerken şunlara dikkat etmem lazım ya da 50 ile değil 30 ile girmem lazım bir yere gibi... Ben kazaları motorla değil arabamla yaptım iki tane çok büyük kazam var.
“Kendi kendine tribe giren birtakım insanlar var etrafımda”
40'ından sonra oyunculuğa yeniden start verip başardın. Oyunculuk başarısı insana beraberinde popülarite de getirir. Değiştiğini düşündün mü?
Hayır, hiç düşünmedim. Beni tanıyan bilir zaten… Sadece benim değişeceğimi varsayarak değişen insanlar oldu. Kendi kendine tribe giren birtakım insanlar var etrafımda. Enteresan bir tespitim var mesela… Her zaman seni arayan insanlar seni aramamaya başlıyorlar. Karşılaştığım zaman neden aramıyorsun diye sorduğumda meşgulsündür diyorlar. Ben zaten meşgulken telefonumu kapatıyorum diyorum. Mesaj atarsın ben sana dönerim illa ki... Ama işte arayamıyorlar, vakitsizlikten ben de arayamıyorum. Sonra sen aramadığın için havalara girmiş oluyorsun. Böyle bir durum var.
“Her rolü oynarım”
Eşinizde oyuncu… Birbirine aşık iki evli çift olarak mesleğinizde kendinize koyduğunuz bir kriter var mı yoksa siz de eşiniz de her rolü oynar mısınız?
Her rolü oynarım. Bu hangi rolün sana sunulduğuyla, kimlerin oynadığıyla, kimlerin yazıp çizdiğiyle, hangi yapım şirketiyle hangi kanal ile olduğuna bağlı bir şey…
Mucize Doktor olmak mı, Mucize Oyuncu olmak mı?
Yaşamda her şeyi mucize olarak gördüğüm için mümkün olduğu kadar ikisi de...
“Dizi oyunculuğu tiyatro oyunculuğundan daha zor”
Sahne performansından dolayı ödül almak mı, bir dizi sahnesinden dolayı ödül almak mı?
Dizi sahnesinden dolayı ödül çünkü dizi oyunculuğu diğer bütün oyunculuklardan daha zor… Tiyatro oyunculuğu şöyledir böyledir derler ama yok değil yani... Şu anda yaptığım işten örnek vereyim, birisine müdahale ediyorsun ve müdahale ettiğin kişi ölmüş oluyor. Onun sana muayeneye geldiği an oluyor. Ölmüş olduğu anı defalarca çekiyorsun. Senin defalarca açın oluyor. Karşı tarafların bir sürü açısı oluyor. Aynı duyguyu veriyorsun, ölümüne sebep olan sahneyi çekiyorsun sonra ölmeden önceki neşeli sahneleri çekiyorsun ve aynı gün içinde 12 saat boyunca bunu yapıyorsun. Halbuki tiyatroda bir oyun çalışıyorsun efendi efendi… Bir iki ay çalışıyorsun ve çıkıp haftada bir farklı farklı sahnelerde bir saat, iki saat sergiliyorsun.
Eşine aşık olduğun an mı, baba olduğunu öğrendiğin an mı?
Eşime aşık olduğum an…
Magazin programı sunmak mı tartışma programı sunmak mı?
Tartışma programı sunmak
Hilal Saral ile Emmy Ödülleri’nde ödül almak mı, Aziz Sancar ile Nobel’de ödül almak mı?
Aziz Sancar ile Nobel’de ödül almak
Seni anlatacak bir hikayenin kitaplaştırılması mı sinema filminin çekilmesi mi?
Kitaplaştırılması sonra sinema filminin çekilmesi. Biraz kurgusal bir otobiyografi yazılıyor. Benim enteresan bir hayatım var çünkü.
Aklına ne gelirse söyleyebilmek mi yoksa hiç konuşmamak mı?
Söylerim ama aklıma geleni değil. Sorulduğunda söylerim sorulmadığında söylemem.
“Arada yalan da olmalı”
Her zaman doğruları mı söylemeli arada yalan mı olmalı
Arada yalan da olmalı.
“Herkes kendi belasını kendisi bulsun”
İntikam mı Allah’ından bulsun mu?
Bilmiyorum. Çok felsefi bir şey bu… O yüzden herkes kendi ekmeğiyle oynar. İçinde bulunduğun pozisyonu biliyorsundur. Sen onun içerisinde aykırı olmaya çalışıyorsundur ama aykırı ve organizasyonsuz olmaya çalıştığı zaman patlarsın. Kendi ekmeğinden olursun. Aslında bu senin kendinden aldığın intikamın oluyor. İntikamın karşılığı buysa evet intikam. Benim kızgınlığımdan kaynaklı ona bir şey yapmaya ya da başına bir şey gelmesini hedefliyorsam asla öyle bir şey istemem. Herkes kendi belasını kendisi bulsun. Öğrenmek en büyük cezadır bunu kastediyorum aslında.
“En büyük hayalim bir aile olmaktı”
Baba olmak;
Bu bende içime doğru akan gözyaşı ile de alakalı… Bütün insanların en büyük problemi olan ölümsüzlüğün tek yolu soyunun devam ediyor olması... Yani senin parçan on binlerce yıl devam ediyor. İlk insanların parçası olarak biz hala devam ediyoruz. Şu anda 8 milyar insan var, yüz yüz elli milyar insanın bir devir daime geçtiğini söylüyorsun. Bu ağaçta açan her yaprakta, her meyvede her hayvanda her bitkide o soyun devam ettiğini görüyorsun. Bunun kıymetini bilerek yaşamak işte… Benim ve eşimin devamı da ‘Nil’ oluyor. Bir televizyon programında sormuşlardı: “En büyük hayalin ne?” diye… Bir ailem olmasıydı. O hayalimi gerçekleştirdim. Dediler ki, “artık bir hayalin yok mu?” Hayatımı sürdürdüğüm sürece onu bir arada tutmak en büyük diğer hayalim. O yüzden baba olmak bir duygu... Nil gibi birisinin babası olmak da çok onur verici bir duygu... Ama yani üstünde hakimiyet uygulamadığım bir şey o yüzden çok bağımsız büyüdüğü için de çok keyifli bir his benim için.
Çocuğunuz üzerindeki hakimiyeti esnek bırakabiliyor musun?
Çok mümkün. Hele ki kendini fark ettiğin, sonrasını düşündüğün zaman… Ben çok küçük yaşta satranç öğrendim. 5 yaşında falan başlamıştım oynamaya... Hala faydasını görüyorum. İleri sürüş eğitimi de aldım. Artık ilgilenemiyorum çok fazla ama o sende duran bir şey... Velhasıl çocukluğunda yaşadıkların da senin hayatında kalıcı şeyler. 2-3 yaşlarındayken bana o kadar güzel sevgi aşılamışlar ki hayatımın en korkunç denebileceği dönemden çıkabilmemi sağlamış. O yüzden mümkün. Biz şimdi çocuğumuz olduğunda şöyle bir yere sapıyorsun. Bir dakika resmen senden benden böyle bir şey çıktı. Burnuna dokunuyor, bir şeyler yapıyor. Enteresan bir şey yani… Hareket eden, kendi kararlarını veren, istediğini yiyip istediği zaman tuvalete giden bir canlı var yani. Sen onu belirleyemiyorsun ama arada o sana posta koymaya başlıyor ben uyuyorum, su istiyorum. O zaman farklı bir noktaya evriliyorsun. Bir dakika evde 3. Bir birey var… Sen ona üçüncü bir birey gibi davranmaya başladığın zaman evin içindeki tat başka oluyor. Çocuğun gibi davrandığın zaman farklı sonuçları oluyor. Hep diyorum eşime 20 sene sonra biz ayrı eve çıkarız. Çünkü gidecek yani öyle de bir şey var. Nil bir gün gidecek. Okumaya gidecek, evlenecek gidecek ve biz yine birbirimiz ile kalacağız. O yüzden odak çocuksa 20 sene sonra çocuk gidince bakacağın yer olmuyor. O yüzden odağın hayatındaki sensen ya da eşinle birlikte kurduğun evlilik hayatıysa o zaman başka bir şey oluyor.
“Annemi iki buçuk yaşımda bir yangında kaybettim”
En zorlandığın sahneyi soracağım.
İlk operasyon sahnem. İşte o trajik durumla alakalı bir şey. Ben annemi iki buçuk yaşımda bir yangında kaybettim. Hayatımın en büyük travmasıydı. Hayal meyal de olsa o görselleri hatırlıyorum. Mucize Doktor’da da aynı vakadan bir senaryo da geldi. Benim hikayemi bilmeden yazılmış bir şey bu üstelik… Ben o hastayı tedavi ettim ve onunla karşılaştığımda kendimi çok kötü hissetmiştim. Anlattım da zaten… Sette böyle iki üç kişinin sersemlediği bir an vardı. Hepimiz için zordu. Yandığı zaman deri büzüşmeye başlıyor, boyundaki yapı çembersel şekilde büzüşüyor ve o deri büzüştüğünde seni boğuyor. O deriyi açtığın zaman hasta nefes alabiliyor. Annemi bir süre kurtarmışlar ama iç organlar yanık olduğu için hayata devam edememiş. Benzer bir şey karşına benzer bir insana gelince 26 yaşında yaşamış ve kızcağız da o yaşlardaydı.
“50 kiloluk bir tümör çıkarmıştık”
En bu kadarı olmaz dediğin sahne…
Bu kadar olmaz dediğim sahne yok. Hepsi var olan şeyler. Evet inanamıyorsun nasıl bu kadar kocaman tümör olabilir? Ama var yani. 50 kiloluk bir tümör çıkarmıştık bütün set için enteresan bir sahneydi.
En komik set anısı…
Bir sahne çekeceğiz yine tümörün olduğu gündü. Herkes vardı, Onur bir şey söylüyor ben de ona kızarak durduracağım. “Kendine gel, durum gayet net ve buna bir an evvel karar ver” diye kızıyorum. Tam o geldi. Ben yüksek ses ile durum gayet net derken ‘gurum’ diye bir kelime çıktı ağzımdan… İki kez daha aynı şey olunca bir süre sonra herkes dağıldı tabi. O gün pek bir eğlendik. Aradan biraz zaman geçti benzer bir sahneyi tekrar çekiyoruz ama orada öyle bir cümle de yok. Tekrar gurum gurum diye bağırınca tekrar bir dağılmıştık.
En çok iyi ki dediğin an…
İyi ki bu senaryo bana gelmiş. İyi ki o insanlarla bir araya gelmişim. Birbirlerine sarılmayı, paylaşmayı seven insanlarla olduğum için iyi ki diyorum.
Onur Tuna ve Taner Ölmez…
Tabi ki de ikisi de çok doğru düzgün insanlar. Hiç bunu da böyle sallayıp geçelim demeyen insanlar… Tamer ile 7 sene önce Medcezir’ de oynamıştık oradan tanıyorum. Diğer arkadaşlarla ilk defa tanışıyorum ama bu yapımcının, yönetmenin oyuncu seçimi ile de alakalı bir durum. İnsanlar da çok profesyonelleştiler. Zaman dar… Ne kadar hayatta kalacağımız belli değil… Bir dakika da olabilir, 50 sene de olabilir. Zamanı yok yere harcamanın hiçbir anlamı yok o yüzden herkes işini yapıyor, bitirip gidiyor.