MARDİN?E KISA BİR YOLCULUK
?Gecesi gerdanlık, gündüzü mezarlık? denilen Mardin?de bu söz şimdilerde değişmiş ve ?Gecesi gerdanlık gündüzü seyirlik? olmuş? İyi de olmuş?
Yapılar birbirinin manzarasını kesmeden Mezopotamya’yı seyrederken biz de onları hayranlıkla seyretmiyor muyuz? Gece, karanlığın gizemli koynuna takılmış bir gerdanlık gibi, gündüz ise başında kaleden bir taç ve altın sarısı bedeniyle geçmiş ve geleceği sarıp sarmalıyor Mardin…
Bulunduğum yerden Mardin’i göremiyorum ama biraz sonra çıkacağım gezi beni şimdiden heyecanlandırıp hayal gücümün sınırlarını zorluyor. Birkaç kez geldim Mardin’e ve daha kaç kez geleceğim bilmiyorum. Her gelişimde daha önce görmediğim ya da farkına varamadığım bir motif, bir hikaye veya yeni bir bulgu beni şaşırtıyor.
Lüks bir oteldeyim.Erdoba Elegance… Adını Mardin’in ilk isminden almış… Mardin kalesinin arkasında ve Mardin görüntüsüne girmeyecek bir konumda yapılmış. Güzel bir şehircilik örneği… Ve bölgenin ilk 5 yıldızlı oteli… Turizm için çok gerekli bir yatırım…
Mardin, M.Ö 4,500 den başlayan tarihiyle, çeşitli uygarlıklara kucak açmış bir kent. Farklı mezhep, etnik gurup ve geleneklerle yoğrulmuş ve dönemlere ilişkin birçok yapıyı da bünyesinde harmanlamış. Kiliseler, camiler, medreseler, kervansaraylar iç içe ve hala ayakta…
Her birinin ayrı bir hikayesi var elbet… Size bir şeyler satmak ya da rehberlerden öğrendikleri bilgi kırıntılarını aktarmak için yarışan, peşinizde dolaşan o küçücük güzel çocukların bile dilinde…
Mardin turumuza bir rehberle başladık. İlk mola yerimiz 5. yy. dan günümüze kadar gelen Deyrulzafaran Süryani Manastırı…Bölgedeki 6 manastırdan biri ve hala aktif. Manastırda yaşayan Süryani bir rehberle geziyoruz manastırı… Bir kez daha hayran kalıyorum gösterişli mimarisine, oya gibi işlenmiş taşlarına… Her guruba bir Süryani rehber veriliyor ve üstelik pırıl pırıl… Ayrıca devletten yardım görmeden kendi yağlarında kavruluyorlar.
Manastır, MÖ Güneş Tapınağı, daha sonra da Romalılarca kale olarak kullanılan bir kompleks üzerine inşa edilmiş. Tapınağın tavanında tonlarca ağırlıktaki taşlar aralarına harç ya da benzeri madde kullanılmadan öyle bir yerleştirilmiş ki, günümüz teknolojisiyle böyle bir tavan yapmak mümkün değilmiş. Bu taşlar sadece birbirine yaslanarak binlerce yıldır öylece duruyor.
Deyrulzafaran Manastırı’ndan ayrılıp Dara antik kentine geliyoruz. Burası Mardin den 30 km uzaklıkta. Mezopotamya’nın önemli antik yerleşimlerinden biri… Dara’nın ne zaman kurulduğu kesinlik kazanamamış. Ancak arkeolojik kaynaklar Ahamanişlerin kralı Darxis tarafından MÖ.530–570 yıllarında kurulduğundan söz ediyor. Roma imparatoru Anastasius tarafından kurulmuş olduğu da ağırlı olarak kabul görmekte.
5. yy. dan kalma antik kaya mezarları (nekropol), arıtma amacıyla yapılan su kanalları, halk dilinde zindan ya da son araştırmalarda tahıl ambarı olarak kullanıldığı düşünülen muhteşem bir yapı, geniş alana yayılan yerleşim birimleriyle ve 500 bin Romalı askerin yaşadığı büyük bir kentmişburası…
Mezopotamya o dönemde Roma ve Sasaniler arasında ortak sınırların paylaşıldığı bir bölge durumundaymış ve Roma İmparatorluğu doğu sınırlarını korumak amacıyla Dara’yı inşa etmiş.Dara döneminin en büyük sınır kentiyken şimdi kırsal bir yerleşim yeri… Bu antik kentin büyük bölümü henüz ortaya çıkarılamamış. Zeugma’yla yarışacak kadar çok mozaik eserler bulunmuş ancak korunması güç olduğundan hala toprak altında. Ve yapı kalıntılarının üzerinde derme çatma briketten evler bulunuyor. Üstelik tapulu…
Aklıma hemen geliveren “Binlerce yıl toprağın korumasında olan bu kenti acaba bizler topraktan daha iyi koruyabilecek miyiz?” düşüncesi insanı rahatsız ediyor.
Mardin de görkemli yapıların çoğu Artukllulardan kalma…
Kasımiye, uçsuz bucaksız uzanan Mezopotamya'yı seyrediyor… Biz de onu… Geçen yıl Cemil İpekçinin düzenlediği olaylı defilenin yapıldığı yer. Tıp, astroloji gibi dallarda eğitim verilen medresenin hikayeleri ve bu hikayelerin kanıtları sanki duvarlara sinmiş, görmenizi, hissetmenizi bekliyor gibi…
Bu seyir ne bir saate, ne bir güne, ne de daha fazlasına sığacak gibi değil. Günün değişik zamanlarında, mevsimsel ışık oyunlarının sihri ile her saat başka görünen Mezopotamya seyrine Erdoba Konakları’yla devam ediyoruz. İç açıcı, serinletici ikramların eşliğinde... Mardin’i taçlandıran kalesine uzaktan bakıyorum; askeriyeye ait olduğundan turistlere kapalı ama yakında açılacağı söyleniyor. Hemen altında Zinciriye medresesi, bal sarısı rengiyle, bezemeleriyle hayranlık uyandıran Şehidiye ve Ulu Camii minareleri… Sonsuzluğa saplanmış birer altın kılıç sanki… Hepsi ama hepsi görüş alanımız içinde…
Mardin’in dar sokaklarında, abbaralarında dolaşırken bir labirentin içindeyiz sanki. Yol boyunca kuyumcular, doğal bıttım sabunları ve badem şekeri satan dükkanlar elbette ki ilgimizi çekiyor. Günün son durağı Sakıp Sabancı Kent Müzesi… Kentin günlük yaşamıyla ilgili her ayrıntı belgelenmiş. Balmumundan heykeller, fotoğraflar, kıyafetler derken zamanın çarkı inildeyerek dönüyor. Erdoba Elegance Otel buraya 10dakika mesafede ama gelgelelim o mesafeyi kat eden yüzyıllar var arada…
Mesafeyi bir ölçüde kısaltan Erdoba Elegace’nin konukları için hazırladığı yöresel yemekler olmalı… Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, özenle sunulan neredeyse kuş sütü eksik olmayan açık büfe… Klasik müzik eşliğinde ve serin esen rüzgarın koynunda günün yorgunluğu yitip gidiyor…
Midyat’la gezimiz devam edecek…