REZİL OLAN SANAT MI, EĞLENCE DÜNYASI MI?
Kendisi de dahil sanat dünyasındaki herkesin rezil durumda olduğunu söyleyen Hülya Avşar, artık sanat hayatı diye bir şeyin de kalmadığını iddia etti.
Hülya Avşar bu açıklamayı neden yaptı bilinmez. Ya da tam tersi vardır bir bildiği. Açıklamaya bir özeleştiri olarak da bakılabilir. Ancak elbette tümüyle doğrudur diyemiyoruz. En azından "sanat dünyası" olarak genelleme yapmasını doğru bulmuyoruz.
İnanılmaz şeyler yaşandı ve yaşanıyor ülkede. Her şey değişti. Sessiz, derinden, bazen de ?kör kör parmağım gözüne? dercesine aleni... Susturulduk, sonrasında suskun kalmayı alışkanlık haline getirdik. Ciddi hiçbir soruna sahip çıkmadık, çıkamadık.
Kendi yaşamlarımızı istediğimiz gibi yaşayamadığımız için başkalarının yaşamını gözetler olduk, ahkam kestik. Abuk sabuk her şeye güldük, hoş gördük, şakşakçılık yaptık. Bilgisiz kaldık, inandırıldık. Her koltuğa oturanın elini eteğini öpmekten kurtulamadık. Kendimizle yüzleşmek yerine, başkalarını suçladık ve suçladıklarımızla hesaplaşamadık.
"Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi" der, Can Yücel?
Kendisi de dahil sanat dünyasındaki herkesin rezil durumda olduğunu söyleyen Hülya Avşar, artık sanat hayatı diye bir şeyinde kalmadığını iddia etti.
Hülya Avşar bu açıklamayı neden yaptı bilinmez. Ya da tam tersi vardır bir bildiği. Açıklamaya bir özeleştiri olarak da bakılabilir. Ancak elbette tümüyle doğrudur diyemiyoruz. En azından "sanat dünyası" olarak genelleme yapmasını doğru bulmuyoruz. Kendisinin de içinde olduğu bu dünyaya ne ad verilir, nasıl adlandırılır. Sanat dünyası yerine eğlence dünyası mı demek gerek acaba? Ancak adı her ne olursa olsun, H.Avşar'ın da dediği gibi bu piyasanın rezil bir hal aldığı doğru.
İnanılmaz şeyler yaşandı ve yaşanıyor ülkede. Her şey değişti. Sessiz, derinden, bazen de 'kör kör parmağım gözüne' dercesine aleni... Susturulduk, sonrasında suskun kalmayı alışkanlık haline getirdik. Ciddi hiçbir soruna sahip çıkmadık, çıkamadık. Kendi yaşamlarımızı istediğimiz gibi yaşayamadığımız için başkalarının yaşamını gözetler olduk, ahkam kestik. Abuk sabuk her şeye güldük, hoş gördük, şakşakçılık yaptık. Bilgisiz kaldık, inandırıldık. Her koltuğa oturanın elini eteğini öpmekten kurtulamadık. Kendimizle yüzleşmek yerine, başkalarını suçladık ve suçladıklarımızla hesaplaşamadık.
Peki, neden bu duruma gelindi ya da nasıl gelindi. Her şeyin nedeni 12 Eylül ve sonrasına bağlamak gibi bir düşüncemiz yok ancak yine de bu ülkeye ne olduysa 12 Eylülden sonra olduğunu söyleyebiliriz. Toplum olarak bizi besleyen can damarlarımız kesildi. Bütün ahlak kurallarımızın, insani değerlerimizin, vatandaşlık bilincimizin, alışkanlıklarımızın nasıl hızla değiştiğini, her şeyin ne kadar büyük bir hızla kirlendiğini görmeyenimiz kalmamıştır.
Eleştiri kavramını geliştirip her alanda işlevsel hale getirebilseydik eğer ülkemizdeki yanlışları ve eksikleri azaltarak yok edebilirdik. Oysa iyi ya da kötü sıkça yapılan eleştiriler, insanları eleştirmeye, eleştirilmeye ve hoşgörüye alıştırabilir, doğruları ve güzellikleri de yüreklendirip çoğaltabilirdi.
Toplum olarak olumlu eleştirileri güzel sözlerle süslemeyi bilmediğimiz gibi, olumsuz eleştirilerimizin dozunu ayarlamayı da bilmiyoruz. Sözlerimizde sınırlarımızın olmayışı, özgürlüğümüzü değil, bilgisizliğimizi ve okumaya, öğrenmeye karşı duyduğumuz ilgisizliğimizi göstermektedir. Aynı ilgisizlik; çevremizde olup bitenlere karşı olan duyarsızlığımızın da simgesi olmuştur.
Toplumumuzda karı koca kavgalarının bile temeli eleştiriyi bilmemek, düşünülen ve anlatılmak istenen sözleri doğru seçip aktaramamaktan kaynaklanır. Çoğunlukla tartışmalardan sonra pişmanlık duyulur ve artık yapılacak fazla bir şey kalmamıştır. Sınırları zorladıkça sonuç yaralamalara hatta cinayetlere kadar varmaktadır. Sadece kişisel iletişimimizde değil, sanatın her alanında eleştirinin varlığı, olmazsa olmazlar arasında olmalı. Maalesef son yıllarda yapılan eleştiriler tepki almamak adına çirkinlikleri ve yanlışları önemsemeyerek eleştiri adına övgüye ya da eleştiri sınırlarını aşarak sövgüye dönüşüyor.
Hülya Avşar, piyasadan uzak(?) kaldığı kısa bir dönemde nedense birdenbire rezilliğin farkına varıyor! "Ben de dahil herkes rezil durumda. Hepimiz bitmiş vaziyetteyiz, sanat hayatı diye bir şey kalmamış. Herkes yerlerde. En büyük yanlışım, şimdiye kadar bu ortamdan uzaklaşmamış olmak" deyiveriyor. Hemen arkasından ortalık yine toz duman. Avşar'ın her sözüne sazan olanlar yine takılıyorlar oltaya ve 'hadi söylesin kim onlar, kim onlar' diye feryat figan ediyorlar. Yıllarca bu ülkenin gerçeklerini, siyaseti, ülkenin gidişatındaki aksaklıkları, çürümüşlüğü anlatan, yazan, doğruları adına kendi canını ortaya koyan aydınları bugüne kadar kimse dikkate almamıştı. Birdenbire Hülya Avşar'ın sözüyle gerçeklerin farkına varılmış gibi, yeni bir şey keşfedilmiş gibi yarası olanlar aynaya bakıp kendilerini hala giyinik görmeye çalışıyorlar. Oysa yalnızca kralın değil, tüm krallığın çıplaklığını bilmeyen mi var. Hülya Avşar yeni bir programa başlıyor, bugüne kadar kullandığı malzemeler tükendi ve aynayı sadece kendine değil çevresine de tutarak başka mecralar açmak istiyor. İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına örneği, azcık tırtıklanıyor tabi? Her zaman zeki gösterilen ve davranan bir kadın nasıl olur da onca yıl içinde bulunduğu yaşam tarzının bir anda rezil olduğunu fark ederek, çark eder. Televizyonu kötü bir alışkanlık olarak niteleyen Avşar, kaliteli program(?) yapacağını söyleyerek hem vicdanını rahatlatıyor hem de izleyiciye göz kırpıyor. İnsanın inanası gelmiyor vallahi.
Hülya Avşar, kendisinin de içinde olduğu sanat dünyasının rezilliğinden söz ediyor ya! Doğrudur, şimdi adını andığı rezillikleri burada sıralamaya kalksak dergimizin sayfaları yetmeyecek. Ancak Avşar'ın görmek istemediği başka bir gerçek daha var. Sanat dünyası yalnızca kendilerinin içinde olduğu insanlardan ibaret değil. Sanat adına hiçbir şey üretmeden ünlü olanlar neden sanat camiasının insanları oluyor ki? Canlı yayınlarda birbirlerine dayak atan, hakaret eden, köpük partilerinde her türlü rezilliği yapanlar, adları kokain ve fuhuş partileriyle anılan kağıt bebekler, eğitimsiz, hatta kötü sesleriyle sahneye çıkan şarkıcılar, günlük aşklarıyla piyasa yapanlar, dizi film furyasında başrol oynayarak bir anda şöhret olanlar, şov programlarında, seyircileriyle dalga geçen, azarlayan, onları inciten ünlü şovmenler, iftar yemeklerini bile birer şov mekanı haline getiren, nasıl öğrendiyse bir kaç kelime osmanlıca ile ahkam kesip yarı çıplak dua edenler ? Hangisini sayalım. Evet, Hülya Avşar'ın kirlendi dediği sanat camiası buysa doğru söylüyor. Ve bunu yeni fark ettiyse onun adına üzücü bir durum. Ancak sanat camiasının başka bir yüzü daha var. Birçok yönetmenimizin filmleri dünyanın her yerinde katıldıkları festivallerde ödüller alıyor. Adı yalnızca yaptığı işlerle anılan o kadar çok sanatçımız var ki. Kimi şarkıcı, kimi piyanist, kimi oyuncu, kimi ressam, kimi heykeltıraş, kimi edebiyatçı?Hangisini sayalım. O zaman top yekün sanat camiasının rezilliğinden bahsedemeyiz değil mi?
Sadece eğlence dünyasında kokuşmuşluklar yok tabii? Siyasette, ekonomide, ve sosyal yaşantımızda varılan nokta başlıbaşına araştırma konusu. Oynanan oyunların yarattığı etkiler,kim hangi tarafta olursa olsun, nereden bakarsa baksın, artık bir memnuniyetsizlik yaratıyor. Toplumun kırsal kesimlerinde feodalitenin çarpık izleri hala mevcut. Ensest ilişkilerden (toplum ne kadar gizlese de sonunda cinayetle biten süreç saklanamıyor) töre cinayetlerine, çok eşlilik ve küçük kızların daha ergenliğe ulaşmadan para karşılığı satılmalarına, bir kaç torba kömür, bir paket nebati yağ, bir pişirimlik makarnaya oylarını satanlara kadar toplumun bu derece bozulması, dejenere olması modrenleşmeden postmodern kültürü yaşamamızdan kaynaklanıyor.
Sanatla uğraşan insanların tamamen özel yaşamlarını gündeme getirmeyi amaçlayan önemsiz haberlere özellikle dikkatimizin çekilmesi, basının sanata verdiği ilginin ve bu konuda ki bilgisizliğinin de göstergesi. Hiç kimseye yarar sağlamayacak bilgileri ve olayları günlük ve ucuz malzeme olarak gündeme getiren ve satmanın bir yolunu bulan basın aslında sanatçıların başarılarını, iş yaşamlarını öne çıkarıp toplumu üretenin yanında olmaya yönlendirseydi çok daha yararlı olacaktı.
Eleştirilen şey gündemde kalır. Eleştirilen şeyin, istense de istenmese de reklamı yapılmış olur. Eleştirilen şeyin taraf bulmasını sağlar. Olumsuz eleştiri alanlar kabul etmese bile, eleştirilen şeyi bazen güçlendirir.
Maalesef ki geldiğimiz nokta bu!