HAZİN BİR AŞK?IN HİKAYESİ?
? Uzak diyarların, bilmediğim bir zaman dilimisin. Uzaksın, uzaklardasın, kim bilir nerdesin, belki de bir eldesin. O kadar kolay mı sanıyorsun, el tutabilmeyi, bakabilmeyi. Sen de bilirsin el diye yakın bildiğin dokunuşlarındayım, bakışlarındayım... Koynuna sinmiş bu yolun, yaşamın ortasında bir kaynağım, seni var eden. Senin benliğindeyim atamayacağın? ?
Bilmediğim Bir Zaman Dilimisin…
Her şey bitmiştir artık.
Ne de kolay tükendi on üç yıl dediğin.
Varlık da, dert de, tasa da, ne çabuk tükendi.
Tükendi sıcak sokulmaların, üstüne titrediğin adamın solukları tükendi…
Arkası kesilmeyen koşuşturmaların tükendi.
Hep bir telaş, hep bir titizliktin gözlerimin önünde.
Beşiktaş’ın ara sokaklarında, Arnavut kaldırımlarında sabah rüzgarıyla çınlayan sesin, şimdi sararmış yaprakları toplayan tırmığın darbeleriyle boğuluyor bak.
Soğuk almayayım diye kaldırdığın paltomun yakaları da düşüyor omuz başlarına, olmadığından.
Ellerim çıkmıyor ceplerimden.
Buruk, bükük her yanım böyle bir başıma.
Ne çok umutlarım vardı, seninle dolup taşan gelecek adına.
Şimdi böyle çaresiz, savunmasız, sensiz başımayım.
Söylenecek sözlerimi de çaldın elimden.
En çok da buna içerliyorum şimdilerde.
Zamanlara sığamayacak cümlelerimi de savurdun.
Konuşacak bir şeyim kalmadı, ne de anlatacaklarım.
Bir de soruyor musun?
Yok, sormuyorsun da.
Biliyorsun elimde hiçbir şeyim kalmadığını.
Uzak diyarların, bilmediğim bir zaman dilimisin.
Uzaksın, uzaklardasın…
Kim bilir nerdesin, belki de bir eldesin.
O kadar kolay mı sanıyorsun, el tutabilmeyi, bakabilmeyi.
Sen de bilirsin… El diye yakın bildiğin dokunuşlarındayım, bakışlarındayım...
Koynuna sinmiş bu yolun, yaşamın ortasında bir kaynağım, seni var eden.
Senin benliğindeyim atamayacağın.
Her dokunuşta, her bakışta, köpük köpük kabaran, her çekişte parça parça dağılan, kaçıncı gecendeyim bilmediğin.
Sensizliğin sinmediği kaçıncı sabahlardayım, bu parke taşın sedirlerinde titrediğim…
Mecburdum sana, mecburundum.
Oysa şuracıkta bile, neler neler canlanıyor sen olan, seninle yaşanan.
Savursa da rüzgar, gözümün önündeler dalga dalga.
Ve ne çare ki, yakası düşük paltonun içinde, ellerim ceplerimde, buruk bükük, sesinin kayboluşuyla, yok oluşunla yürümekteyim Arnavut kaldırımlarında.
Şimdi böyle boş ve sessiz, sensizim.
Arnavut kaldırımlı sokaklar da kalmadı ardından.
Ben gibi aralara sıkışmış direniyorlar kalmak adına.
Hep bir umut vardı sana dair yaşattığım…
Yaşattığım umutlarım gelecek adına.
Yazdığın filmin misafir oyuncusuyum şimdi.
Nedir yazdığın son?
Ben hala senin anlatacaklarını beklemekteyim…
Elimle gönderdiğim bu yolculuktan dönmeni, gelmeni, anlatmanı beklemekteyim.
Bu aralık sabahının soğuk sokaklarında, ayazında şehrimin, uykusuzum ve beklemekteyim seni.
Seninle çocuğumuz nasıl olur acaba diye merakların sonu gelmiştir.
Bu çırpınışların, bu telaşlı sorularının sonu gelmiştir.
Cemal diye diye toz konduramadığın Sema’nın sevdası da bitmiştir artık.
On üç yıl yaşadığım, altı yıl beklediğim, yüreğimde her an sıcaklığını yaşattığım bu sevda da sona gelinmiştir artık.
Bu son, senin açından yaşanacaktır.
Ben aynı benim ve öyle kalacağım daima.
Bir Cemal olamadın, bunu bilmek ne çok koyuyor bana…
Hayat bir kere ve çok kısa.
Ama ölüm yalnız…
Ölüm, yalnızlık.
Ölümün arkadaşı yok.
Kusursuz bir sonuç, kaçınılmaz…
Teslim olmak ne kadar kolay…
Bu yalnızlığa, anlıyorum ki ben başıma yürüyeceğim.
Bu yalnızlığa ben başıma alışacağım.
Bu yalnızlığı sensiz kucaklayacağım...
Her anı sen dolu hatıralarla karşılayacağım geleceği…
Oysa hayat bir armağandır, son damlasına kadar yaşanacak.
Sen olsan da, olmasan da…
Sensiz olsam da, olmasam da…