YALAN OLMUŞUZ, GERÇEK ARIYORUZ?
Hayallerin dünyası, anlatımın, fantezilerin, verilecek mesajların hedef noktası ve seyirlik keyfin doruk noktası sinema?
Sinema her dönem geriliyor, yükseliyor, bitiyor diye sürekli tartışılıyor ama cazibesini de tüm bu tartışmaların içinde her zaman koruyor?
Ülkemizde de durum pek farklı değil? Ama bizim ülkemizin bir cazibe merkezide sinema filmi gibi yapılmaya çalışılan dizileri? Arslan GÜVEN’in yeni yazısı için tıklayın.
Dizilerimiz çok meşhur onlar olmadan hayat duruyor sanki… Ülkenin tüm gündeminin önüne geçiyor… İşsizlik, yoksulluk, plan, bütçe, tasarı, anayasa bilumum ne varsa gerçek olan bu hayal dünyasının gerisinde kalıyor çoğu zaman…
Ve tüm bu hayal dünyasının karakterleri ailemizin bir ferdi oldu biz istemesek de…
Fatma Gül’ün Suçu Ne? Biz arıyoruz… Gönülçelen’in çiçekçi kızının derdiyle yıkılıyoruz iştahımız kesiliyor, Öyle Bir Geçer Zaman ki ama geçmiyor o zaman kahroluyoruz…
İçimizde, yaşantımızda bir parçamız artık hepsi…
Ve bu parçalar her bir bölümde bir başka parçalara ayırıyor bizi… Paramparçayız haberimiz yok, bir bar taburesinin üstünde babamızın öldüğü yaştan uzaklaşarak…
Anamız, avradımız, yarimiz, ağabeyimiz, arkadaşımız, dostumuz, kurtarıcımız, düşmanımız bu varlıklarımız bizimle iç içe, bizimle koyun koyuna… Acıda, tasada, hastalıkta, sağlıkta ve Allah ne verdiyse kurduğumuz, kurabildiğimiz soframızdalar… Aldığımız her lokmamızda onlar için ayaktayız…
Artık kopmaz halatlarla bağlandık birbirimize…
Biz her zaman durmaksızın onlarlayız ve onların yanındayız… Ölseler ölü ilanları verip yas tutuyoruz, aldatılsalar yaşamımız cehennem oluyor…
Çaresiz kalsalar boğazımıza lokmalar dizliyor, yutkunamıyoruz…
Ama onlar öyle mi?
YGS’ de şifre var sehven de olsa, sokaklardayız, yoklar…
Terör can alıyor, ölüyoruz, yoklar…
İş yok, ekmek yok meydanlardayız, yalnızız, yoklar…
Emekli olup emekleyemiyoruz, çare aramaktayız, yoklar…
Dört bir yanımız yolsuzluklarla çevrili, bitsin diyen sesimiz duyulmuyor, onlar yoklar…
Sınav sınav çocukları, gençleri heba ediyoruz yeter diye bağırıyoruz, cılız sesimiz onlar yoklar…
Kadınlarımız dövülüyor, sövülüyor, öldürülüyor, onlar yoklar…
Elektrik, su, telefon ve bitmez faturaları ödemenin derdine düşmüş koşturuyoruz, onlar yoklar…
Onların derdi yok mu? Onların derdi de çok…
Bakın bir haftada Berrin, sivilcelerinden kurtuldu ama biz sevindik…
İkinci Mustafa bir haftada nasılda büyüdü, yeniçeri ocağına bile yazıldı… Mayıs bitiyor biz baharı bile görmezken onlar gül gülistan bahar mevsimindeler oh ne iyi…
Kurtlar Vadisi hala pusuda. Devlet erkânı olur olmaz tehditler içinde, tüm kurumlar kahve sohbeti gibi bir adım mesafede ve saldırıya uğruyorlar üzülüyoruz ama telaş yok Polat Alemdar pusuda bekliyor, çıkar elbet ortaya… Çıkar da biter derdimiz, kederimiz…
Gönülçelen’imiz bir türlü gönlünü çelemedi sıkıştı bir kısır döngüye didinip duruyor…
Bir dönemi aydınlatacak, yakın tarihimiz biraz daha anlatılacak ve biz de aydınlanacağız diye sevindik ama Ali Kaptan’ın bitmez psikopatlıklarına sıkışık kaldık. Dört çocuk babası Ali Kaptan bıçkın, efe ama her posta koyduğundan yiyor tokadı, sopayı kuyruğunu sıkıştırıp gidiyor…
Bir de karakterlerimizden öğrendiğimiz yeni metotlarımız, öğrenimlerimiz var acıya, işkenceye, zulme dair, Soner beyimiz ders vermek için nişanlısının kafasına o canım Amasya elmasını koyup sorgulayıp ateş ediyor, yanlış anlamıyoruz ders veriyor ya! Olan o canım kütür kütür elmaya oluyor, elme paramparça ama biz de dersimizi alıyoruz…
Son bölümlerde, taş, sopa, tabanca ve eller havaya bitmeye başladı ve biz de olması gerektiği gibi heyecanların doruğuna çıkıverdik… Ne mi yapacağız bekleyeceğiz elbet… Uykusuz merak içinde kendimizi yiyerek acep ne oldular içinde bekleyeceğiz… Ah ah tövbeler tövbesi diyerek bekleyeceğiz…
Görüyorsunuz ya onları derdi, bizlerden daha çok…
Nasıl üzülüp yanmayalım, nasıl aşk mı ceza mı diye kahrolmayalım, aşk bir hayal deyip isyanlara düşmeyelim, bitmeyen bir şarkı tutturup yahşi yahşi cazibeye kapılmayalım…
Onlar acıda, tasada biz nasıl olurda sevda yeline kapılıp kavakların arasında savrulmayalım…
Söyle yeğen söyle Ramiz Dayı kendini kurtarıp gitti. Şimdi bu karmaşadan kendimizi nasıl çıkaralım…
Dert, Tasa, Şifre, Savulun Bre! Kurtuluyoruz, Kara Murat Geliyor…
Ne YGS’ de şifre, sehven de olsa, ne terör, ne iş, ne ekmek, ne geçinilemez emeklilik, ne sınav sınav çocukları, gençleri heba edişimiz, ne kadınlarımızın gördüğü şiddet, yeter diye bağıramadığımız, cılız ya sesimiz…
Ne elektrik, su, telefon ve bitmez faturalar, ne de güzel günler görüp yaşayabilme umudumuz, bunları düşünmeye yok vaktimiz, çünkü o kadar çok ki derdimiz…
Polat, çıkacak pusudan kurtaracak bizi o da olmazsa yakında Kara Murat geliyor…
Vay vay geliyor işte kesin o kurtarır bizi…
Çakır gitti, Aslan Bey yok, Miroğlu çoktan ayrıldı aramızdan, Ağabeyi kaybettik zaten, Ramiz Dayı dayanamadı pes etti.
Tükenmesin umutlarımız Fatma Gül’ün suçu yok, Kara Murat geliyor işte… Bu kez kesin yırttık, kurtulacağız…
Eyvallah Kara Murat, Padişahım sen çok yaşa, Rahmi Turan sen de, kurtuluşumuz yakın çünkü o iyilerin yanında, kötülerin karşısındadır…
Kim yalan, kim gerçek…
Her türlü sorun bir saat için de çözülüyor, olmadı bir hafta sonra kesin çözüm… Bizimkiler hep ortada az sonra onlar rahatlayacak ama bizimkiler az sonra daha da yakacak…
Onların hayatı senaristin kaleminde, yönetmenin düşüncelerinde… Bizim ise büyüklerimizin, yöneticilerimizin…
Yazıyorlar biz oynuyoruz, rolünü kıvıramayan düşüyor… Bir hafta ya da az sonra devamı çekilmiyor…
Artık biz de hayatın, yaşamın tadı çıkan filmlerle yaşayıp oynamak istiyoruz… Koca bir sahne dünya ve oyuncuları olduğumuz bu sahnede bize daha çok yakışan senaryolar ve roller bekliyoruz yapımcılarımızdan…
Bize ait olmayan ama bizimmiş gibi sahip çıktığımız bu hayal acılarıyla devam ediyoruz yaşamaya…
Hangisi gerçek, hangisi hayal ya da yalan… O kadar karıştık ki birbirimize ayırana aşk olsun…
Sahi ya yoksa onlar gerçek de yalan olan bizler miyiz?