DERDİMTRAK
Çocukken duymaktan bıktığım sözlerden biri de;?büyüyünce anlayacaksın!? idi. İyi de neyi? Önemli olan yetişkinlerin dünyasına geçiş yaptığında bile çocukluğun masumiyetini taşıyabilmek değil mi?
Çocukça düşünebilmek ve öyle kalabilmek marifet. Kurtlar sofrasında kuzu olarak kalmak istemez kimse. Ezilmeyi kendine yediremez ya da ‘bir gün ben ezeceğim’ türküsünü dolar ağzına. Sevmeden sevilmek, bilmeden öğretmek ister. Bir şeylerin intikamını alma peşine düşer, ne olduğunu anlamadan. içine sindirememek hayatı: bu mu yetişkin olmanın kuralı? ‘Bizden geçti artık’ bunu söylemek bile içinde kalan çocuğa haksızlık. Onu durdurmak, engellemek isteklerine karşı koymak büyütüyor insanı. Büyümek; dertleri tanımak. Yok artık! Büyümek işkence gibi tanıtılıyor çocuklara da, büyümek istemiyor çocuklar, tıpkı benim gibi. Büyümedim ki ben, büyütüldüm. İstemeden. Dertler karşına çıktığında yetişkinlik kapısı açılmıyor ki aslında. Olmayan,oldurulan dertlerle. Büyük insan olmak için büyük dertlerle uğraşmak gerektiğine öyle bir inandırılmışız ki,bu yanılgıyla kısır döngülerde takılı yaşıyoruz.
Bebeklikten başlayarak travmaya sokuluyoruz;ayağa kalk,yürü,ayakta kal ve asla vazgeçme savaşmaktan. İyi de neyle savaştığımızı bilmiyoruz. Ve ne için? Hayatı bir kavga olarak görmenin yararı mı oluyor sanki bize? Savaşların sonunda kazanmak var belki ama ya kayıplar? Hangi sonuç için değer bu bedel? Kayıplar insanlıktan olduktan sonra,kazançlardan kime hayır gelecek,düşünen yok. ‘BAZEN,BÜYÜK HEDEFLER İÇİN BÜYÜK KAYIPLAR VERİLİR!’ kandırmışlar seni. Yok böyle bir laf,olmamalı yani. Büyük hedeflere ulaşılsa da o hedeflerin tadını çıkaracak kimse kalmadıktan sonra ne faydası var?
Savaşman için sana gaz verenler,kendi aynı yolu uygulayarak kaybetmişler aslında. Aynı yenilgileri yaşayacaksın onlarla. Oysa hep farklı olmak vardır aklında. Diğerlerinden farklı olabilmek için diğerlerini yapmadıklarını yapmak gerektiğini öğreten yok ki sana. yürümeyi öğretirler ama nereye yürüyeceğini değil. Konuşmayı öğretirler sana ama ne konuşacağını değil. Aklı veren çok,destek olan yoktur. Yalnız bırakırlar seni mücadelende. Görevleri bu olduğundan.
Birini tanımıştım eskilerden bir zaman diliminde; ‘uzun bir nehrin en deli akan kısmında bir taş gibi hissediyorum kendimi; Mutluluklar,bana bir anlık dokunan su tanecikleri gibi,akıp gidiyor ve geri gelmiyor.’ derdi. Buna inanıyor olmak bile ne acı oysa. O anlara yapışıp kalmak varken,geçmişin sadece acılı izlerini götürüyorsun gittiğin her yere. Dertlerin geliyor da,mutlulukların nasıl taşınmıyor geleceğine,hem de bu kadar az madem? Dert dediğin bunlar işte,olmadığı halde oldurulanlar,mutlulukları görmezlikten gelmeni kolaylaştıranlar. Dertliyim demek,olgunlaştırıyor seni,yetişkinliğin hain kuralına uyuyorsun sen de, ‘dertli’ olmak zorunda bırakılıyorsun. Ne onlar acıyor sana,ne de sen kendine,acımıyorsun. Akıp gidiyor önceden sana bağışlanmış hayatın,belirlenen yollarda ilerliyorsun istemeden,en kötüsü de;farkında bile olmayışın…