YANSAN DA YANILSAN DA...
Hep arıyoruz ya aslında ne aradığımızı bilmeden. Koşturup duruyoruz ama bulunduğumuz yolun nereye varacağını düşünmeden. Mücadele ediyoruz, bir şeyler istiyoruz, birilerini tanıyor ama maalesef ki insanları gerçekten tanımaya çalışmak yerine; onlardan "ne kadar" "ne" alacağımızı umursuyoruz sadece. Sığınacak limanlar arıyor, durmak istemeyen gemilere liman olmaya çalışıyoruz.
Oysa bir geminin bir süreliğine sığınacağı bir limandan çok, özgürce ve huzurla dolaşabileceği bir okyanusa ihtiyacı olacağı aklımıza bile gelmiyor. Fırtınalarda, kocaman kocaman dalgalarda sallansa da, onun sevgiyle güvenle ve sapasağlam kalması için uğraşacak bir okyanusa... Her zaman "eksik" bir şeyler olur mesela. Ve eksiğin önce ne olduğunu bulup sonra onu tamamlamaya çalışmakla geçen zamana hayat denir. Birilerini beğenip, hikâyesine, geçmişine, kalbinin durumuna, kırıklıklarına aldırış etmeden; onu gerçekten tanımak için anlamak için kendinize ve ona fırsat vermeyi bile düşünmeden üzerinde çalışmaya başlayanlar vardır hani. O kişiyi kendine aşık etmek için uğraşır, boşa bir çaba olduğunu düşünmeden karşısındakinin boşluğundan fırsat bulup hayatına girer. Oysa birilerinin size aşık olması için değil de, gerçekten sevdiyseniz herhangi birini, size güvenmeleri için uğraşsanız da gerisi ona kalsa... Ya da ona bir şekilde imzayı attırmakla bitse iş... İki kişiliktir ya hani aşk. İşte evlilikte de aslında yine iki kişiye bağlı aşkın ve heyecanın ömür boyu sürebilmesi de... Hem iki kişilik aşkın acısı tek kişilik olmamalı.
Herkes yanılabilir önemli olan devam edebilmektir. Ama büyük bir acıyla başbaşa kaldığını düşünen, buna kendini yürekten inandıran hangi insan devam edebilecek gücü kendinde bulabiliyor ki? Sadece gerçekten "farkında" olanlar yapabiliyor bunu. Her şeye ve herkese rağmen aramaktan ya da beklemekten vazgeçmeyenler. Geçmişi değiştiremeyeceğinin ama geleceğin daima elinde olduğunu bilenler. Umut etmenin gücünü her durumda hissetmeyi başarabilenler. Hayran oldukları bedenlere, kendi sahip olduğu kocaman yüreklerini ve tutkularını koyup aşık olduğunu zannedenler, telef olup gidiyor büyük sandıkları aşkların peşinde. Sözde başlayan bir ilişki "buldumcuk"larla gelen değişim talepleri ve sonunda uğruna büyük değişiklikler geçirdiği insan tarafından ortada kalıvermek... Kimse bütün bunları yaşadıktan sonra yeniden sevebileceğine inanmıyor. Sanki yaşadığı gerçek bir sevgiymiş gibi. Oysa sevmek insanın yalnızca kendiyle ilgili bir şey. Birilerine ya da bir şeylere bağlı değil. Sebeplerden, sonralardan, ertelemelerden, taleplerden, kurallardan bağımsız bir özgürlük hali sevmek. Sevebilenin yüreği ne kadar büyükse, özgürlüğü de o kadar sonsuz aslında. Bunu fark edemeyen kocaman kocaman kalplerin kocaman kocaman kırıklıklarından nefrete dönüşüp telef olan sevgiler yüzünden korkuyor insanlar "yeniden"lerden ve en kötüsü de geleceklerinden... Olmayacakları oldurmaya çalışırken yazık olan zaman bizi bir yerlerde beklemiyor. Biliyoruz ama yine de yalnızca kendi seçimimiz olduğunu düşünmeye gerek bile duymadan, lanetler saçıp duruyoruz kaybettiğimiz her an için hayata. Sevebilmiş olmak yetmiyor bir türlü bize. Değer mi değmez mi? Hak eder mi etmez mi? işte bütün bunlar bizim değil, sevdiklerimizin sorunu. Ya da bir zamanlar öyle zannettiklerimizin.
"Aşk" ne arayınca bulunur ne de beklenince gelir. O zaten hep bir yerlerde olan ama birinin hayatına dokunmak için doğru zamanı bekleyen diğer yarısında saklıdır insanın. Onunsa ne zaman geleceği hiç belli değil. Umulmadık bir anda umulmadık bir şekilde akıverir hayatınıza işte. Belki de burnunuzun dibinde saklıdır o en "aklınızdan bile geçmeyen" ya da "hayatta olmaz" kişide. Yolunuzu, anınızı, bugününüzü ve yarınınızı sonsuza dek aydınlatacak; sizi sahte bir ışıkla "tren mi çıkış mı?" ikileminde kıvrandırmayacak yıldızınızı bulmanız dileğiyle...
Ferhan PETEK
Köşem Sultan ®