GÖĞÜS KAFESİNDE KUŞ BESLENMEZ.
İçeriden yazıyorum. Çok içeriden. Kendi kendimizi kapatabileceğimiz kadar kapattığımız, insanlığımızı gömdüğümüz yerin biraz daha üstünden belki ama derinlerden.
İnandırıldıklarımıza inandık, gösterilenlere baktık. Doğru denilenlerin peşinden gittik yanlışlarımızdan utandık. Sırf bize ait diye de olsa sevilmeye layık olduklarını fark edemeyecek kadar gözü kapalı büyütüldük. Zorla büyütüldük hatta. İçimizdeki çocuk bedenimiz büyüdükçe daha da küçüldü içerilerde bir yerlerde. O bağırıp çağırıp kendini fark ettirmeye sesini bize duyurmaya çalıştı önce sonra baktı bizden umut yok o da pes etti. Alt dudağını sarkıtıp içimizdeki duvarlardan birine yaslandı çöktü kapandı kendi kucağına ağladı ağladı sustu.
Kendimizi keşfedebilecek kadar bile zaman vermediler bize. Hadi onlar vermedi biz de almaya çalışmadık ki. Yeteneğimizi, ilgi duyduğumuz ya da duyabileceğimiz herhangi bir şeyi , gerçekten sevebileceklerimizi,yapabileceklerimizi ve daha bir sürü vesaireyi en öğrenebileceğimiz yaşlarda YAŞAMAYA mecbur edildik. Ama onların dediği şekilde. Okulu bitir adam gibi iş bul. SSKsı olsun, emekliliğe kadar azmet dur aynı yerde, para biriktir,evlen mümkünse evlenir evlenmez, bir ömür geçirmeyi kalbinin isteyip istemediğinden emin olamayacağın kadar kısa sürede seçtirilip evleneceğin , doğacak çocuğuna layık bir eş bul.
Bir baltaya sap ol derler de hangi balta olduğunu kendin bulmak zorundasındır. Her şeyi bilirler, kendilerine zorla öğretilen sözde doğruları sana zorla öğretirler de sana önce kendi doğrunu bulmayı öğretmek akıllarına bile gelmez.
Savaşırlar, barışı bahane edip. Barış için savaşılmaz savaşmamak için barışılır diye düşünmek kimsenin aklına gelmediğinden. Savaşmak güç zannedildi, güç iktidarda sanıldı, iktidar ise asla tam olarak tanımlanamadı. Zaman makinesi konusu birçok kez dile geldi hayal edildi yazıldı çizildi oynandı anlatıldı. Herkesi ileri ya da geri gidebileceği yerleri düşündü. Geri gidip engel olabileceği ölümleri kazaları, ya da ileri sarıp görebileceği geleceğini. Ama kimse dünyanın ilk kavgasının ya da savaşının, insanoğlunun anlaşmazlığının çıktığı o ilk ana gitmek konusunda tek kelime etmedi. Hiç aklınıza geldi mi? Evrende olan ilk savaş, kavga anlaşmazlık her ne ise? İnsanoğlunun insan olmayı hiçe sayacak kadar öfkelendiği o ilk an hiç olmasaydı. Bir şekilde geçmişte artık o an hangi ansa silinseydi. Hiç yaşanmamış hissedilmemiş olsaydı, neler olurdu? Ya da neler olmazdı? Şu ana kadar 80lerde hayal ettiğimizin onda birine bile ulaşamamış olduğumuz teknolojinin neredeyse yarısı yok olur muydu? İcatların formüllerin teknolojiyi var eden ve geliştiren her şeyin içinde kazanma hırsı, nefret vs yani geçmişteki o an silinmediği için var olan şeyler olabilir mi? O halde ilkelliğin güzelliği masumiyeti ve gerekliliği tezim doğrulanmıyor mu? İlkellik lükstür, hem de şimdiki dünyalıların tam da ihtiyacı olan lüks. Herkes doğaya koşuyor, gençler dağlara kaçıyor, orta yaşlılar çayıra çimene dönüyor. E yok mu bunda bir hikmet? Çok soru oldu muhtemelen ama asıl kaybımız eksiğimiz yeterince soru sormadığımız soramadığımız için olmasın? Yeterince derin düşünemiyoruz muhtemelen. Ya da düşündük mü dibine vurup gerektiği yerde yüzeyde kalmayı başaramayarak dibe batıyoruz. Ama şu söylediğim ilk anı bir düşünün derim. Ya olmasaydı neler neler olur neler neler olmazdı? Mahrum kalmamız gereken hangi durumlardan kurtulur yaşamamız gereken hangi anları kaçırmazdık acaba?
Neyse bu konu muhtemelen daha devam edecek,şimdi kapayayım fazla yazmasın. Başım da ağrıyor zaten uyuyacağım daha.
Sözünüz sorunuz olursa beni nerede ve nasıl bulacağınızı biliyorsunuz J
https://twitter.com/#!/Fername
http://www.facebook.com/pages/Ferhan-Petek/40815501931?ref=ts