MELTEM CUMBUL?U BİR YERE OTURTAMAMAK!
Gülçin GÜNAY yazdı...Bizim adımız dünyanın diline ?Çok mütevazı? olarak pelesenk oldu ya kendimizi ona şartlandırmışız. Yok efendim Meltem Cumbul?un, Angelina Jolie?nin, Madonna?nın sahneye çıktığı ?Altın Küre? ödüllerinde ne işi varmış? Hayır efendim Cumbul, ne yapmış ki o ödül töreninde adı ?Uluslar arası Oyuncu? olarak geçmiş, Tövbe efendim bir zamanların ?Hımbıl? sokak röportajları yapan sunucusunun torpili mi varmış? Bla bla bla?.
Şu 2 günde kadının ardından nelersöylendi neler, kafamızda bir yere oturtamadık? O ise ne yaptı? Bu işin PR’ını bile yapmadan göğsünü gere gere Los Angeles’e gitti, dünyanın en büyük ödül töreninde Ulu Önder Atatürk’ümüzün ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ sözleri ve barış işaretiyle dünyaya bir güzel ‘Ders’ verdi. Tabii ‘Alçakgönüllüğümüz’ yüzünden kendimizi hep ‘Alt sınıf’ olarak gören bize de. Sonra ABD gazeteleri ‘Kim bu kadın?’ diyerek Cumbul’u araştırmaya koyuldu. Valla ‘Helal Olsun’ derim ben bu cesur kadına. ‘Helal olsun, reklama şapka çıkartmadan bizi de şaşırttığın ve kimseden destek almadığın için…’
Ve Melankoli!..
AYLARDIR arkadaşlar, bangır bangır o filmi kah ballandıra ballandıra kah gerile gerile anlatıyorlardı. Hatta bir sohbette Sinema Dergisi Yazarı Kerem Sanatel, ‘En izlenmesi gereken’ deyip ‘Övünce’ sonunda dayanamadım gittim Majestik’e izledim. ‘Melancholia’yi diyorum… Sinemanyak arkadaşım Serdar Korucu, “Ağır ilerliyor sahneler… Panik atak oldum valla” diyordu hep, meğer ‘Entry’sinden bahsediyormuş. Evet ilk 6 dakikası ,filmin sonunu ‘Baş döndürücü’ yavaşlıkta Wagner’in ‘Sert’ ve ‘Asi’ bestesinin eşliğinde özetliyordu. Bir an Kubrick’in efsane “2001 A Space Odeyssey”ini izliyormuşum gibi hissetsem de ilk bölüme geçildiğinde arşiv niteliğinde bir yapıt izlediğimi ‘Çaktım.’ Her ne kadar ‘Maya Takvimi’ne göre Kıyamet hesapları yapan film’ olarak algılansa da kesinlikle durumun bununla birebir ilgisi yok… Evet ortada ‘Melankoli’ adında dünyaya yaklaşan bir gezegen var ama asıl önemli olan İsveç gibi güzelim bir dağ ülkesinde, milyonlarca dolarlık bir malikanede yaşanan son derece ‘Depresif’ hikaye örgüsü… Mavi’nin hüküm sürdüğü bir atmosferde-ki her zaman için mavi rengin huzuru değil ‘Bunalım’ı simgelediğini düşünürüm ve özellikle dekor ve eşyalarda bundan kaçınırım- ‘Şehirleşme’nin zinhar olduğu bir ortamda bu depresifliğin aslı astarı nedir diye de adama sorarlar. Yönetmen Lars Von Trier, her ne kadar ‘Gezegenlerin hatta Ay’ın halleri’nin bile insanın halet-i ruhiyesine etkilerine inansa da ve bunu başarıyla filmine yansıtsa da aslında ortada bir de ‘Ahlaki’ bir vurgu var. Kristen Dunst’ın canlandırdığı ‘Justine’ karakterinin her ne kadar aileye bağımlı, kariyeri planlı bir imajı olsa da içten içe ‘İsyancı ve ar duygusunu sorgulatan özgür’ karakteri sersemletiyor insanı çoğu kez. Hatta özdisipline sahip Kiefer Sutherlad’ın üstlendiği ‘John’ karakteri, filmin en ‘Rahat ve sorumluluk sahibi’ karakteri olarak aktarılsa da sonunda depresyonun en dibini görüp intihara sürüklenen, ‘Aciz’ bir kişilik olarak karşımıza çıkıyor. Ve tabii anaç ruha sahip ve olgun ‘Claire’ (Charlotte Gainsbourg)… Sonunda o kadar korkak ve ağlak olarak çıkıyor ki karşımıza tedirgin olmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden… Trier, görünen o ki filminde içten içe ‘Çift karakterli’ bir karakter döngüsü geliştiriyor. Nihayetinde film izlenmeye fazlasıyla değer, benim belleğimde ‘Unutamadıklarım’ rafındaki yerini aldı bile!