KARATMA GECELERİ
İkinci Dünya Savaşı’nın son günleri? 1940’lar? Almanya’ya savaş ilan etmişiz. Tek tük Alman uçakları İstanbul semalarında. Uzaktan uçaksavar sesleri? Evlerin, caddeye bakan kısımları, mavi kap kağıtları ile kapalı. Işık sızmasın, diye. Eğer sızarsa, Bekçi Baba kapınızda
İstanbul boş, bomboş…. Kadınlar, çocuklar, Anadolu’daki akraba, eş-dost yanına gönderilmiş. Biz de, anneme beraber, Ankara, Kalecik’te enişte evindeydik…
1936 kuşağı çok sıkıntılı bir çocukluk yaşadı… Ekmek yok. Daha doğrusu ekmek karne ile veriliyor. Eski nüfus kağıtlarında hep o damga vardı. “Ekmek karnesi verilmiştir.”
Babam Cağaloğlu muhtarı idi. Oradan biliyorum. Ekmek karneleri babamda toplanır, o da ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.
Tabaka halindeydi ekmek karneleri. Üzerinde küçük küçük pullar. Keserdin, fırına verir, ekmeğini alırdın.
Dün gibi hatırlarım. Fırına ekmeği almayı ben giderdim. Fırından çıkmış taze ekmekleri, ucundan kenarından ısıra ısıra eve gelirdim. Gelince de bir ağlama koparırdım: “Anneeee… Ben ekmek hakkımı yedim. Aç mı kalacağım şimdi?”
Zavallı kadın yemez, ekmeğini bana yedirirdi…
O günlerle ilgili bir anım var ki, hiç unutmam. Babam, Çanakkale’ye ihtiyat askerliğine çağırılmış. Asker ocağında tayın biriktirmiş. Eve dönerken, tayınların yanına da bir torba, renk renk şekerlemeler koymuş. Babam geliyor eve. Açıyor valizini. Bir yanda asker ekmekleri, tayınlar, bir yanda renkli Çanakkale şekerleri. Ben tayınlara dalıyorum. Bir tayın kapıp dişliyorum.
Öylesine açtık ekmeğe…
Ekmek gibi şekere de hasrettik. Sabahları, annem bir çay bardağının yarısına kadar kuru üzüm doldurur. Üzerine çayın demini boca ederdi. Şeker yerine, üzüm…
İç, içebilirsen.
Sadece o kadar mı? Sıvı yağ, karaborsa… Katı yağ, karaborsa… Hatta Samsun 216 bile karaborsa…
Ne çektik ama..
Evet… Yarın Cumartesi. İzin günüm. Yazı yok. Nasipse Pazar günü buluşuruz. Kalın sağlıcakla. Kendinize iyi bakın…
ERDOĞAN SEVGİN