N’OLDU BİZE, N’OLDU BÖYLE...
Eski İstanbul fotoğraflarına bakıyorum? Rahmetli babam gözümün önüne geliyor? Ve şunu gözlüyorum: Babalarımız bizden daha süslüymüş...
Beyazıt Camii’nin sağ duvarındaki küçük bir tepecik üzerinde yer alan
“Küllük”te çekilen fotolar, zaman zaman Face’te yer alır. Bakın o resimlere… Fotoğrafa yansıyan beyaz yakalılardır. Yani memurlar…
Hepsinin başında bir fötr şapka... Ata’dan miras…
Büyük dedem anlatırdı. Kastamonu’daymış. Atatürk gelmiş. Elinde fötr şapka. “Beyler” demiş “bunun adı serpuştur. Bundan böyle başa bu takılacak.” Ve öyle olmuş.
Gömlekler kolalı. O zamanın gömlekleri dik durmuyor. Çareyi kola yapmakta bulmuşlar. Gömlek yakaları takır, takır olmuş.
Boyunda tabii ki kravat. “Medeniyet yuları”!.. Elbise, kruvaze takım. Yelekli… Üst cepte mendil… Pantolon jilet ütü... Ayakkabılar boyalı.
Ne yazık ki, Ata’nın çizdiği çizgiden daha ileri gidememişiz. Mehter yürüyüşü yaptığımız için: İki ileri, bir geri…
O günün çoraplarında, bugünkü gibi lastik yoktu; düşü, düşüverirdi. Çare, erkekler de kadınlar gibi jartiyer kullanırdı. Üzerinde üç tane klipsi bulunan bir lastik. İki klips, çorabın iki yanını tutar, lastik bacağa sarılır, üçüncü klipsle bağlanırdı. Babam kullanırdı da oradan biliyorum…
Ve kendi gençliğim hatırlıyorum. 20’li yaşları, o güzelim yılları.
Haftada bir, Beyoğlu’na çıkardım. Rahmetli anacığım gömleğimi kolalar, pantolona ütü atardı. Bir güzel tıraş olur, kokumu sürer, saçlarımı itina ile tarar, kravatımı bağlar, bir tramvay, ver elini Beyoğlu. Doğru Çiçek Pasajı’na. İçeride peder veya pederin takımından biri yoksa bir Arjantin atardım. Sonra… Ya bir sinema, ya bir tiyatro… Tünel’den Taksim’e iki taraf da sinema ve tiyatro doluydu.
Kravatsız gidilmezdi sinemalara… Ayıptı...
Tiyatrolar ise, zarif hanımlar, şık beylerle doluydu.
Ya bugün? Cumartesi geceleri ipini kopartan Beyoğlu’nda. Altta blue jean, üstte tişört. Ya da bir boğazlı kazak. Kravat hak getire. Takım elbise yok… Sakal desen bir karış…
Allahım; N’oldu bize? N’oldu böyle?
ERDOĞAN SEVGİN