TREN - VAPUR SEFALARI...
Tren ile seyahate bayılırım. Özellikle uzun yollarda... Gençliğimde, tiyatroya gitmek için Ankara’ya gittiğimde treni tercih ederdim. Yataklı ile tabii. Ve akşam yemeğimi trenin lokantasında yerdim.Ne keyifti yarabbi!..
Sonra Kocaeli Ekspresini keşfettim. Bostancı’da oturuyordum. İşten çıkınca doğru Haydarpaşa garına… Perona... Kocaeli Ekspresi’nin kapılarının açılmasını bekler, açılır açılmaz da kendimi trenin lokantasına atardım. Bara oturur, kendime bir cin-tonik söylerdim. Tren hareket edince gelirdi cinim. Bostancı’ya kadar bir güzel demlenirdim.
Ne güzel günlerdi onlar!...
Bahçe tipi vapurlar, ilk kez gelmişti İstanbul’a: Dolmabahçe, Fenerbahçe, Paşabahçe… Birinci katın ortasındaki çay ocağı “bar”dı ilk zamanlar. Ne güzel, demlene demlene giderdik Kadıköy’e. Sonra kaldırdılar.
Uzun bir süre, Burgaz Ada’ya yazlığa gittim. Oranın da vapur sefalarını unutamam.
Vapurun her bir yanı bir ada halkınındı. Biz Burgazlılar lükste otururduk. Kınalı, burun önde toplanırdı.
Normal saatte işten çıkmışsak, bir adetimiz vardı. Her gün bir kişi, içki ve nevale paralarını üstenirdi. Vapur hareket edince demlenmeye başlardık. Güle oynaya… Sohbet ede ede..
Yüksek kaldırımda ünlü bir mezeci vardı. Adını unuttum. O da Burgazlı’ydı. Sıranın ona gelmesini dört gözle beklerdik. Sonra… Gelsin salamlar, gitsin diller. Ye Memet ye!
Akşam geç çıkarsam işten, Hürriyet’in barında kendime cin tonik yaptırır bir şişeye koyardım. Tek başımayken burun, yanda otururdum. Çeke çeke çıkardım, Burgaz’a…
Bizim gibi zaman zaman geminin kapanı da sarhoş olurdu. Kınalı’ya uğradıktan sonra Burgaz’ı atlayıp, Heybeli’ye gittiğini çooook tanık oldum…
Yukarıda Allah var… Dolu, dolu yaşamışım… İyi yaşamışım… Şükürler olsun.
ERDOĞAN SEVGİN