OLUR OLMAZ YERLERDE, GÖZÜMDE YAŞ, AKLIMDA SEN...
...Hep aklında olsun İtaki. Oraya varmaktır hedefin senin. Hiç aceleye getirme yolculuğu ama. Daha iyidir yıllarca sürmesi; yaşlı biri olarak yanaş adaya, yolda kazandıklarınla zengin biri olarak... Zenginlikler bekleme İtaki?den. Bu güzel yolculuğu İtaki verdi sana. Yola çıkamazdın o olmasaydı eğer. Ama artık verecek başka bir şeyi yok sana...
*Konstantinos Kavafis
Yarısından fazlası yaşanmış ömrümün en güzel günüydü ilk buluşma...
Senden sonra, yani İstanbul' a döndüğümde, kendimi sokağa, kalabalığın arasına bıraktım...
Taksim Meydanı Taksim Meydanı olalı hiç bu kadar güzel gelmedi bana.
Oysa her zamanki kuru kalabalıktı işte.
Hava soğuk... Gökyüzünde gri, siyah bulutlar, ha yağdım ha yağıyorum der gibi....
Meydanda salak güvercinler. Polisler her zamanki yerlerinde, o kahrolası duvarın dibinde birbirlerine sokulmuş bekleşiyorlar.
The Marmara'nın önü, otobüs durakları ana baba günü... Hızla İstiklal Caddesine doğru yürüyorum. Her dükkandan ayrı bir melodi yükseliyor.
Hiçbirini duyamıyorum. Caddeye açılan kahvelerden boş gözlerle gelen geçene bakan insanlar.
Yarısından fazlası yaşanmış ömrümün en zor günü bugün?
24 yıl sonra ikinci buluşma?
Senden sonra, yani ilk buluşmadan sonra, içimde sessize alınmış meydan savaşlarının en kanlısı?
Belleğimin sarnıcında girdaplar?
Yaşamda artık beni şaşırtacak bir şey kalmadı diyen avare dilim?
Tecrübelerden ders almayan zavallı usum?
Med- cezir olmuş yüreğim?
Giderek hızlanıyorum.
Sana yetişmem gerek, yani ikinci buluşmaya?
Sinema afişlerine takılıyor gözüm. Kalıyorum..
Sekiz salonda sekiz ayrı film. Bir düş görür gibiyim gözlerimin değişen şekliyle ve susamları dökülmüş simidi andırıyor her şey...
Gün ışıyor, birazdan sabah güneşinin ılık nefesi yüzümü okşayacak? Gözlerim kamaşacak ve usulca sıyrılacak o gizemli karanlık?
Söyle bana, ey sevgili!..
Hangi fal söyler gerçeği, aydınlık saklamaz mı kendi içinde karanlığı.
En basit şeylerin içinde saklı değil mi, karmaşık soruların yanıtları.
Bir bakış, kısacık bir dokunuş, içten bir gülüşün anlamı değişti mi var oluştan bu yana?
Sessizliğin sinir uçları çözüldü.
Kıyamet fırtınası gibi bir rüzgar başladı caddede. Herkes nereye kayboldu.
Bu sessizlik bir sel, bu gülüş katmerli yalan, Uludağ'ın beyazı anlam dışı!
Her şey durdu, zaman yalan...
Salkım-söğüt saçlarını kağıtla kapladım, siyaha boyadım.
Gözümün kaydığı yer nere'ydi
Hangi tarihe, hangi şiire gebe?
Kırılırdı bakışların gözlerin gülünce
Fizik kurallarını hiçe sayardı konuşmalarımız
Sesindeki yumuşaklık hiçbir şeyde yoktu inan bana.
Yeniden görüşmemiz şarttı
Bir an önce çıkmalıydım yola
İz sürüyorum bak geçmişten geleceğe?
Geliyorum işte!..
İlk otobüs, ilk vapur ve sen? Ocağın ortasına düşmüş zamansız cemre'm?
Koşuyorum,
İlk vapura yetişmem gerek!..
"Bu ayrılık için herkes elinden geleni yaptı" diyordun? İşte, bir tek koltuk bile boş değil... Lanet olsun!..
Yine bekleteceğim seni?
Üstelik yağmur başladı
Senin de canın ıslanmak istemiştir kimbilir
Ama yağmur buraya yağıyor
Bizi yakalayabilecek bir kedi
Doğrulayabilirdi konuştuklarımızı
Ve yoktu öyle bir kedi!
Rüzgar durdu,
zaman işlemeye başladı yeniden
Telefonum çaldı
Bir çocuk ağladı
Baktım sendin arayan.
Arıyorum?
Sesin her defasında dar karanlık lâbirentlerde dolaşarak bulmaya çalışıyor seni?
Sonra sessizce yerleşiyor tüm çekingenliğiyle yerine?
Hangi renk anlam bulur sesinde?
Sessizliğin tortusunda solmuş mu bütün renkler.
Sesin, sadece kanayan bir akıntı?
Denizine kavuşmaya çalışan nehirde ince bir sızı?
Bunca yıl ayrılık?
Sesin, budanmış, yeşermeye çalışan taze filiz?
Kalan ömrümün en güzel rengi?
Biliyorum bekleyeceksin; nerede olursam olayım, ne zaman gelirsem geleyim?
Yıpranmış kıyılarıma vuran soluğan bir dalga değilsin?
Saat yok, zaman yok bu uzaklığı anlatmaya
Şarkılarda yer yok bilgisayardan alınmış fotoğraflardan başka kanıt yok
Bekleyen adamın mutluluğuna...
Hiçbir düşe sığdıramam ben seni
Hep yaz gelsin yüzüne,
Hep güneş, hep sıcak
Sabah güneşiyle örteyim seni.
Yaşamaya ait tembelliğimi
Kaçışımın şarkısını söyler ağlarım.
Sana gelişimin şarkısını söyler ağlarım
Şarkısı yok yaşadıklarımızın
Sessizliği bundan ağlarım...
Martılar neden çığlık çığlığa karaya kaçışıyorlar, havadaki bu dinginlik neden, yeryüzünün şifrelerini kim saklamış?
Sezgilerimi yutan mağara? Dipsiz kuytularından çıkar ne varsa, bak fırtına çoktan çıktı bile?
Savruluyorum, kılavuzum yok?
Yüreğimi fırlattığım o çöp kutusu nerede?..
Yüzünde keşfettiğim yaz güneşini unutma
Yaz güneşi senin, yazılar benim...
Ayaklarımızın altında
Bir mavi ağaç, bir yeşil su
Yaz geldi gözlerinin rengine
Hadi! Kucakla...
Ben gözlerimle ağlardım
Hiçbir nota yok göz sesini anlatmaya...
Beklemeye alıştım ben, aramaya...
Anlatırsam,
Gidersin, dedim.
Git-me-din!
Anlattım, kalbimin iflah olmaz kederiyle, dönüyorum işte? Sana gelişimdeki grilik yok artık.
Senden ayrıldığımdan beri gözümü hiç açmadım, açarsam belleğimin yosun tutmaz savrukluğunda bakışlarındaki aşkı yitiririm korkusuyla?
Ta ki arabalı vapurda denizin ortasında, deniz kokusunu alıncaya dek...
Deniz kokuyorsun demiştin bana, daha bir derin çektim içime, sende kalan izleri? Rüzgârdan uçuşan saçlarımı bana verdiğin eşarpla bağladım, kırmızı, siyah?
Bir sigara yaktım sonra?
Çığlık çığlığa bir parça simidi havada kapışan martıları izledim. Neşeyle zıplayan çocukları, bir bardak çayı sıkıca kavramış, gözleri ufukta yaşlı adamı?
Eksik kalmış yaşamları?
Ömrünü, yarısını aramakla geçirenleri?
Bulup kaybedenleri?
Güneşle geri gelen renkleri, maviyle yeşili, kırmızı ve siyahı?
Söylenecek yeni şarkıları ve anımsadım yüreğimin yerini?
Hadi ağla...ağlayan gözlerde daha bir belirgindir aşkın ayak izleri
ve aşk daha yakışır nemli gözlere
hadi ağla
hiç bir vakit eskitmediğimiz yüreğimize ve anılarımıza..
aşk en çok bize yakışır...hadi kucakla...