’UZUN İNCE BİR YOLDA’ KESİŞEN HAYATLAR: BARIŞ MANÇO-CEM KARACA
70’li yılların sonunda, gençliğimin baharında önce şarkılarıyla tanıdım Cem Karaca ve Barış Manço’yu? "Hayalindeki aşka kavuşamayan" her genç gibi Cem Karaca’nın "Tamirci Çırağı"nı, ya da hayatın tüm zorlukları kadar aşka ulaşmanın da zorluklarını tam da Barış Manço gibi anlatan "İşte Hendek İşte Deve’ ve nice şarkıları yaşamımızın bir parçası gibiydi?
Aralarındaki üç yaş farkını saymazsak eğer, o kadar çok ortak özellikleri vardı ki Barış Manço ile Cem Karaca’nın…
Barış, 1962’de ilk 45’liğini yaparken, Cem, “Olmak Ya da Olmamak” diyerek “Hamlet”le tiyatro sahnelerine arz-ı endam ediyordu.
Müziğe sevdalanan Barış Manço eğitimi için Belçika’ya gittiği yıllarda, 1964’te Fransa’da üç şarkılık 45’liğini doldururken, teyzesi Rosa’nın yönlendirmesiyle Kolej yıllarında müziğe yönelen Cem Karaca, ilk grubu “Dinamikleri” kurarak “Benim ruhum Rock” diyerek safını belirliyordu…
Birbirinden “habersiz” iki müzik aşığı olarak yola koyuldular… Başlangıçta yolları pek de güllerle donatılmasa da, uzun ince bir yolun emektarlarıydı onlar…
“Ağabey” konumdaki Barış Manço, Türkiye’ye dönüp Mazhar Alanson ve Fuat Güner ile “Kaygısızlar”ı kurarken, Cem Karaca 1968 yılında kurduğu “Apaşlar”le sahneleri ısıtıyordu…
Cem Karaca da grubu “Apaşlar”la “Barış’ın yolundan gidip”, 68’de Almanya’da ünlü Fardy Klein orkestrasıyla 45’likler kaydetti. Dünya, 68’ler gençlik kuşağının eylemleriyle sarsılırken “Resimdeki Gözyaşları” doğdu…
Bir adım önde olan Barış Manço vatani görevini tamamladıktan sonra “Kurtalan Ekspres”i kurup, “Hey Koca Topçu” nidalarıyla, müzik dünyasının duvarlarını “geliyorum” diyerek “dövüyordu…
“Kader bu ya!” Cem Karaca, müzik grubu kurma konusunda da gizliden gizliye Barış Manço ile yarışıyordu sanki. 70’li yılların sonunda “Apaşlar” ile yollarını ayırıp, Seyhan Karadağ ile birlikte “Kardaşlar” grubunu kurdu Cem Karaca… Beklenen patlamasını da bu grupla yaptığı 45’likte yorumladığı “Dadaloğlu” ile yaptı Cem Karaca…
Aynı yıllarda Barış’a yine Avrupa yılları düşmüştü… O dönem (her dönem olduğu gibi) başarılı olmanın yolu Avrupa’ya açılmaktı. Öyle de yaptı Barış Manço… Belçika’da Kurtalan Ekspres ile yaptığı “Nick The Chopper”, Avrupa’da büyük yankı uyandırdı. Müzik dünyasındaki ödülleri peş peşe toplayan Barış Manço, “Sözüm Meclisten Dışarı” albümüyle, tıpkı bir öğretmen edasıyla hayatımızın vazgeçilmezleri arasındaki yerini aldı…
Görünürde çok kişiydiler… Ama aslında “aynı kulvarda “dişe diş, şarkıya şarkı” diyerek kıyasıya mücadele eden iki usta yorumcuydu Cem ile Barış… Aralarındaki “kariyer rekabeti” nedeniyle medya her ikisini hep birbirine “rakip” ve “iflah olmaz küskünler” olarak yaftalamıştı…
Onlar, bu “yakıştırmayı” ne yalanladı, ne de sahip çıktı. 70’li yıllardan itibaren güçlenen kariyerleriyle birbirlerine “ne uzak, ne de yakın” durdular…
Ama hiç kimse “onlar gerçekten düşman kardeş mi?”yi anlamak için kalplerinin taa derinliklerine kadar uzanamadı… Uzanamazdı da…
Yıllar yılları, şarkılar şarkıları, Barış, Karaca’yı, Cem, Manço’yu kovalayıp durdu.
Bu iki “koca yürekli”, insan ve müzik sevdalısı yorumcuyu, 1970’li yılların sonuna doğru, meslek hayatımın ilk yıllarında tanıma fırsatı buldum…
Ben, mesleki kariyerimin ilk basamaklarındayken, onlar “Altın Çağ”ın yaşamaktaydı.
Bir süre hem sevenlerinden biri olarak hem de onları takip eden medya mensubu olarak “aralarındaki bu tatlı rekabete” tanıklık etmenin, onları yakından tanımanın, zaman zaman da ödüllendirmenin mutluluk ve keyfini yaşadım…
Cem Karaca “Namus Belası ile” 70’li yılların ortalarında müzik dünyasını kasıp kavurdu. Bunu “Tamirci Çırağı” izledi. Koca gözlüklü, şapkası başından eksik olmayan sahnelerin unutulmayan ismi Cem Karaca, hızlı adımlarla ve şarkılarıyla “siyasi kulvara” doğru yönünü çevirmekteydi. Tamirci Çırağ’nı, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)ye adadığı “Mutlaka Yavrum” izledi. Sonrasını “Yoksulluk Kader Olamaz”, “1 Mayıs” ve diğer şarkılar… Ancak Cem Usta’nın seçtiği yıl, “zor bir yol”du. Siyasi olaylar ve eylemler nedeniyle için için kaynayan Türkiye’de “tarafını belli etmek” bir yorumcu için hiç de kolay değildi. O yıllarda konser vermek için gittiği birçok yerde grubuyla birlikte çok defa saldırıya uğradı Cem Karaca, ama pes etmedi.
Tam da o yıllarda Dervişan Grubuyla yıllarını ayıran Karaca, tek başına müzik yapma kararı alarak 1979 yılında Almanya’ya taşınmaya karar verdi… Almanya’da çoğunluğu Nazım Hikmet şiirlerinden oluşan “Hasret” albümüyle müzikseverlerle bağını sürdürmeye devam etti.
12 Eylül Askeri darbesi, müziğin bu dev ismi Cem Karaca’ya da vurulmuş bir darbe olacaktı. Önce vatandaşlıktan çıkarıldı Karaca. Kariyerinin zirvesinde olsa da sürgün yılları tam bir eziyete dönüşmüştü onun için. O, vatan hasretini arkadaşı Fehiman Uğurdemir ile yaptığı “Bekle Beni” albümünde sıkça dillendirdi. “Oğluma”, “Almanya Berbadı” ve “Bekle Beni”, Cem Karaca’nın Türkiye hasretini dindirecek, ayağındaki “prangaları” çözecek nağmelerdi belkide…
Türkiye’deki “Müzik Arenası’nda” “tek başına” kalan Barış Manço da takip eden yıllarda boş durmadı… Manço, o dönem popüler olan Eurovision’a 1983’te katılarak şansını denedi ama elenmekten kurtulamadı.
Pes etmek Barış Manço’nun da kitabında yoktu… Kendine has tarzı, giyimi, kuşamı ve uzayıp giden (askerlik hariç hiç kesilmeyen) saçlarıyla hayalini hafızamıza poster olarak kazımasını bildi… 1988’de bir başka yeteneğini daha sergileyerek TV programı yaptı. 7’den 77’ye herkesin sevgilisi olduğunu gösterdi.
Kimine göre “düşman ve küskün kardeşler”, kimine göre “müzik sevdalısı, kavuşamayan iki dost”tu onlar…
Yıllar yılları kovalarken, kader onları daha da birbirine yakınlaştırmaya başlamıştı bile…
“İllede vatanım” diyen Cem Karaca, dönemin başbakanı Turgut Özal ile Berlin’de görüşme fırsatı bularak “Vatanıma dönmek istiyorum” talebini iletti. Ayların, asırlar gibi ilerlediği dönemlerde Karaca’nın bu talebi ancak 2 yıl sonra yerine getirilebildi ve sanatçı 29 Haziran 1987 yılında Türkiye’ye dönüş yaptı. Zor günler yine Cem’i beklemekteydi…
Türkiye’ye döndükten hemen sonra medya üzerindeki “gizli amborgo”yu hemen kaldırmadı. Cem Karaca ile o dönem ilk röportaj yapmanın mutluluğunu meslek hayatımın “başarı hanelerine” yazmak benim için ayrı bir keyifti.
70’lerin “emek ve dayanışma” platformunun asi yorumcusu, sürgün dönüşünde bu kez “döneklikle” suçlandı. Kendisini “döneklikle” suçlayanları, “Ben döneceksem döndüm diye memleketime/ Baba döndüm işte, oh be” yarkılarıyla yanıtladı.
Cem’in Türkiye’ye dönüş yaptığı o yıllarda Barış Manço, hem yaptığı TV programıyla hem de şarkılarıyla kariyerinin altın çağını yaşamaktaydı. Devlet, Cem Karaca’nın “sürgün prangasını” çözerken, 1990’da da Barış Manço’yu “Devlet Sanatçısı” ünvanıyla onurlandırdı.
Geç de olsa dönemin Başbakanı Turgut Özal sayesinde “Devletle barışmıştı” Cem Karaca. Önce yasaklı olduğu TRT’ye şarkılarıyla adım attı, ardından Hit olan şarkısı “Raptiye Rap Rap”tan esinlenip adını koyduğu “Raptiye” programını sunarak, ekrana hasretini perçinledi.
Barış Manço, 90’ların başında sevenlerine “Darısı Başınıza” şarkısını söylerken, sanki “rakibiz ama dostuz” dercesine mesajı alan Cem Karaca’dan karşı atak gecikmemişti: “Nerede Kalmıştık!”..
Anadolu Rock Müziği’nin kurucusu ve efsanesi Cem Karaca ile Türk Pop Müziği’nin efsane çınarı Barış Manço, sanat hayatlarının altın çağında demlenirken, ellerini birbirlerine doğru daha da açmayı unutmadılar.
Barış, “Evliya Çelebi” gibi dünyayı dolaşıp şarkılarıyla, rekorlara koşan TV programıyla arşınlayıp zirve yaparken, Cem Karaca, 1968’de kaydettiği ve Ağır Roman filmi için yeniden kaydedip yorumladığı “Resimdeki Gözyaşlarıyla yeniden “İkinci Bahar”ını yaşıyordu.
BARIŞ MANÇO’NUN SON YOLCULUĞU VE SON GÖRÜŞMEMİZ
Barış Manço 1999 yılında “Mançoloji” adını verdiği albüm çalışmalarına başladı. Çok iyi dostluklar kurduğumuz Barış Manço ile yollarımız bu kez Kasım 1999 tarihinde Kazakistan’da keşişti. Ben, aldığım bir ödülü bir yıl sonra Kazak bir gazeteciye devretmek üzere “Uluslararası Asia Dosia Müzik Festivali’ndeydim. Türkiye’yi Burcu Güneş’in temsil ettiği yarışmanın onur konuğu ise Barış Manço’ydu. 30 ülkenin 30 ayrı dilinden şarkılarının söylendiği gece “Buz tutmuş” Kazakları oynatmak mümkün olmadı. Taaki Barış Manço sahneye çıkıncaya kadar. Bir sanatçının nasıl devleştiğini başka bir ülkede çıplak gözlerimle tanıklık ettim. Hop oturtup, hop kaldırdı Kazakları o gece Barış Manço…
Ertesi gün, TV ekibi ve Kurtalan Ekspres’le birlikte “Tanrı Dağları”nın eteklerinde inanılmaz güzel bir mangal keyfi yaptık. Yıllarca hep zirvede olan Barış, dağların zirvesinde hüzünlüydü.
“Biliyor musun Nurettin, ben kendi ülkemde 500 bin kaset satışını hiç görmedim. Ama, Bodrum’daki Manço Tatil Köyünü, Japonya’da yayınlanan konser ve kasetimden elde ettiğim telif geliriyle yaptım. Hayat ne garip dedi.”
Haklıydı sonuna kadar sevgili Barış Manço… Ama ne yapabilirdim ki onaylamaktan başka.
Barış Manço ne yazık ki öldükten sonra albümlerinin 500 bini tirajını aştı. Ama O bunu göremeyecekti.
Otele döndüğümüzde “Yarın bir programın varmı Nurettin” dedi Barış Manço. “Hayır” dedim.
“O zaman sabah 5’te hazır ol, özel uçağımızla Türki Cumhuriyetlerine gidiyoruz” dedi.
Bu fırsatı yaşayan tek gazeteci olarak Barış Manço’nun teklifini geri çevirmedim. Söylediği saatte lobide buluşup havaalanına gittik.
Özel uçakta inanılmaz mutlu ve keyifliydi. Yolculuk boyunca durmadan sohbet ettik. Japonya’nın onun hayatında ayrı bir yeri vardı.
“Japonya’da bir üniversite benim adıma bir çiçek üretmiş. Şubat ya da Mart 1999’da açılışına yapmak üzere davet edildim. Bir basın ekibini sen ayarla birlikte gidelim Japonya’ya.”
Barış derde hayır denilir mi. “Tamam” dedim.
Türkistan semalarına yaklaşınca bilgiler verdi. Havalimanına girince, Barış’ın sanatının ve kişisel sevgi gücünü bir kez daha gördüm. Manço’nun ekibi ve bizler, VIP salonunda özel olarak karşılanıp Ahmet Yasevi Türbesi’ne gittik ve çekimler yaptık gün boyunca.
Türkiye’ye döndükten yaklaşık iki ay sonrasıydı… Bir gece yarısı aniden içime sıkıntı düştü. TV ekranlarında “Barış Manço Hastaneye kaldırıldı” altyazısını görünce içimden bir şeyler koptu…
Çok geçmeden o malum acı haber geldi peşi sıra. Tıpkı tamamlayamadığı “Ömrümün Sonbaharında” şarkısının dizelerindeki gibi çekip gitti aramızdan 1 Şubat gecesi.
Saatlerce hafızamı toparladım. Kalemimden ne dökülürse yazdım. Sabahın 06.00’nda Radyo Tatlıses’te, “o çok sevdiğim Barış Manço’nun ölüm haberini ne yazık ki tüm Türkiye’ye duyurmak zorunda kaldım. Ardından 14 saat aralıksız Barış Manço programıyla, cenazesinin kaldırıldığı gün de yine tüm gün özel radyo programıyla Ustaya sevgilerimi sundum “Gül Pembe” ve “Kol Düğmeleri” eşliğinde.
Milyonlar Barış’ı unutmadı, unutmayacakta…
Yazımın girişinde “ne çok ortak özellikleri vardı” demiştim Barış Manço ile Cem Karaca’ya…
Önce, Barış’sız kalan Kurtalan Ekspres’e sahip çıktı, dostluğunu gösterdi dev sanatçı Cem Karaca. Birlikte nice nice konserlere imza attılar.
Sonra, “Barış’sız kalan dünyaya sanki hayıflanmıştı” Cem Usta…
Tıpkı Barış Manço gibi yine bir Şubat ayında, yani 8 Şubat 2004 tarihinde, şarkılarını, isyanını, sevecenliğini, kırılganlıklarını, sürgünlerini peşine takıp giti Cem Usta da…
Ardından ağlanyanları, “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” dizelerine nazire yaparcasına, sağ elini sol göğsünün üstünde selamlayarak…
Öylesine bırakıp gitti, Barış’ının yanına doğru…
TRT’nin “Doludizgin” programında, efsane grupları Moğollar ve Kurtalan Ekspres eşliğinde Aşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım”ını yorumlayan, birbirlerine “dikte edilmemiş” kurallarla nezaket gösterisi yapan bu “SON DÜET”, bizler ve sanat dünyası için ne değerli “Müzikal Miras”mış meğer…
Unutmadık dünya fani. Şarkılar sizi söyler. Dillerde nağme adınız…
Bu anı, yaşatanlara Barış ve Cem Ustaya selam duranlara da…
Bu günü, yaşatan ve emek verenlere…
Selam olsun.