GAZETECİLER, YALNIZ ÖLÜR!
(Aramızdan ayrılan tüm gazetecilerin anısına ithaf olunur)
Ğün geldi, kahvesini sıcağı sıcağına içtiğini bile hatırlayamadı... Çalan her telefondan duyduğu sözcüklerin arasından ?habere dönüştürecek? kırıntılar ararken, saçlarının tel tel ağardığının farkına bile varamadı...
Her merhaba deyişine, gülümseyen yüzüyle birlikte sevgi sözcüklerini ekledi... Yıllarca karıncayı bile incitmeyen yapısıyla ?ne çok dost? edindiğini düşündü durdu. Ne çok Star!lar ağırladı adı büyük, kendisi küçük masasının etrafında...
Yazdığı her satırdan, katıldığı her toplantıya taşıdığı haberlerden aldığı ?kuru bir teşekkür?, yıllar yılı en büyük ödülü oldu!
Zaman zaman çıkan ?tatsız? haberlere karşı yaptığı kibar savunmalar bile, mesleğinin bir cilvesi olarak anılarına düştü... Gazetecilik aşkı, terbiyesi, insanlara duyduğu sevgiyle, mesleğinde hep öne çıkmasını bildi...
Gazetecinin tek görevinin, yaz demeden, kış demeden haber yapmak olduğunu, ailesini ve özelini yaşamamak pahasına bile olsa asla unutmadı.
Gün geldi, memur gibi yıllarca çalıştığı basın kuruluşundan bir zarf bırakıldı, saçlarını tel tel ağarttığı masasının üzerine... Siz deyin kibarca bir veda (!), ben diyeyim ?iş akdiniz fesholmuştur? diyen bir kaç satırlık yazı...
Tüketilen bir ömre karşılık, daktilo ya da son icat bilgisayar klavyesinin harfleri arasına sıkıştırılmış bir kaç cümle! Buydu, gazetecinin yıllar yılı ve en sık aldığı en büyük ödülü! İşsizlik en büyük korkusuydu, yalnızlıksa ?ölüm?dü...
Her yeni bir işe tekrar başladığında, mesleğe yeniden başlamış gibi hissetti kendisini... Mesleğinin eskisi olarak, yeniden sevdalandı işine...
Ömrünü törpüleyen stres, yıllar yılı yaşamının bir parçası oldu... Ve yılmadan aynı tempoda, aynı yoğunlukta sürdürdü mesleğini, bedeninin yıpranışına aldırmadan... Bir ömür süren koşuşturma içindeyken amansız bir hastalığın pençesine düştüğünün farkına varamadı... Varsa bile artık çok geçti onun için!
Kendisini bu sürede hiç yalnız bırakmayan bir avuç dostuna, için için eridiğini hissettirmemeye çalıştı...
Ve ölüm onu, bir sabaha karşı yakaladı!
Yıllarca haber taşıdığı ?Haber Masası?na, ölüm haberiyle o gündeme girdiğini, söyleselerdi, inanır mıydı?
Bir avuç gazeteci dostu, ?soğuk musalla taşı?nda selamladı kendisini. Son yolculuğunda bile, tabutunun içinde acı acı gülümsüyordu sanki... Etrafına bakındı, yalnızlığını hissettirmemeye çalıştı! Etrafını saranlar, eski mesai arkadaşlarının bir bölümü, meslektaşları, bir kaç dostu, topu topu 30-40 kişiydiler! Bir de başucuna konulan bir kaç sepet çiçek...
?Olsun be çocuklar, üzülmeyin, kaderin cilvesi böyleymiş? demek istedi, diyemedi... Sessiz ölümü gibi, sessiz gidişi tercih etti mecburen!
Oysa ne çok seveni vardı, yazarken ve yaşarken! Tabutunun başında ne bir kamera ne de deklanşöre dokunan onlarca objektif vardı. Gündem giderken de bu kadar yüklümüydü acep!
Genç muhabir, adını ilk kez ?yaka kokartı?ndan tanıdığı ağabey gazetecinin ?sessiz ve yalnız ölümüne? tanıklık etti deklanşörüyle... Bir avuç dostu da O?na karşı olan son görevlerini yerine getirerek, gözyaşlarını içine akıttı... Haklarını sonuna kadar ?helal? ederek.
Ya yıldızlı semalarda dolaşanlar, ya yıllarca etrafında pervane olanlar, üst düzey müdürleri neredeydiler?
Bir avuç gazeteci, soğuk avludaki buz gibi tabloya yürekleri burkularak baktı... Aynısının, tıpkısının yarın kendilerinin de başına gelebileceklerini düşünerek, hıçkırıklarını yutkundular. Gazetecinin sessiz gidişiydi bu...
Şaşalı bir hayatın içinde, olanları fark etmeden yaşayan, bir gün yalnız ölümlere terk edileceğini bile düşünmeden, dirençsiz, dayanışmasız ve sevgisizliğe mahkum edilen ise ne yazık ki bizlerdik...
Ağaçlar, tek başına, yalnız ve ayakta ölürdü...
Gazeteciler ise ?yalnız ölümü? içine sindiremezdi, ölse bile...