MASKELERDEN UZAK ANADOLU’DA YAŞAM
Kahır dediğime bakmayın siz? Sonuçta tercih ettiğim ve zevkle yaptığım bir meslek gazetecilik. Türkiye’nin neredeyse bütün ulusal gazetelerinde çalıştıktan sonra, 1992’de TV ekranlarına geçen ilk isimlerden biri oldum.
Bu süre içinde neler neler yaşadık elbette. Düşünüyorum daha üç-beş yılında kitap yazıp “usta” geçinenlerin ahkâmlarını dinledikten sonra…
Yazmak bile gelmiyor insanın içinden.
Oysa bizim yaşadıklarımız roman değil, eski deyimle “fasikül fasikül ansiklopedi olur”.
Ünlüler diyarı, onlarla yaşamları iç içe geçen gazeteciler, yapımcılar velhasıl herkesin tamamı neredeyse “maskeli”!
Herkesin inanılmaz derecede “rol kabiliyeti” vardır. Dizilerin “oyuncu sıkıntısı” çekmemesinin nedeni belki de bundandır!
“Merhaba” diyenin “mutlaka bir hesabı” vardır! Ya da “Allah’ın selamını esirgeyenlerin” de.
Herkesin en sıklıkla kullandığı maske “Yalandan gülümseme ve aşırı pohpohlama”dır.
Bir saat önce arkasından konuştuğunu bir saat sonra gördüğünde bile “methiyeler” düzer!
Bunu yaparken yüzü bile kızarmaz! Çünkü renk vermezler, Bukalemun gibidirler.
Her ana her ortama anında “maskeleriyle” uyum sağlarlar.
Cenazelere “sözde taziye için” giderler… Oysa genellikle yaptıkları “kartvizit alışverişi, iş ortamı yoklama”dır…
Kırk yıllık kahvelerin hatırı, facebook’larda kullanılan imaj fotoğrafları kadar “sanal”dır…
Onlar için “dost geçinme”nin tek olmazsa olmazı “makamdır, mevkidir”.
Gerisi lafı güzaftır…
Düşenin dostu olmaz bizim piyasada… Tıpkı haber yaparak yıllar sonra öğüttükleri “ünlüler” gibi, “işi bitince, işi bitmişler kervanına postalarlar”.
Hayata ne kattığı değil, o günlerde kendilerine ne rant ortamı sağladığı önemlidir.
Gösteriş, fiyakalı kıyafetler, pahalı ziyafetlerin sunulduğu mekanlarda boy göstermek işin olmazsa olmazıdır…
Oysa bir çoğunun cebinde kimi zaman beş parası olmaz, kredi kartları “error” vermektedir.
“İşi bilen iş almaz, cilalı bol lafla kendilerini pazarlayanların” parsayı götürdüğü bir dünyadır “şov bussiness” dünyası…
İşin, mahiyeti değil, “karşı tarafa” ne menfaat sağladığı önemlidir.
“Almadan vermek olmaz” prensibi bu piyasanın “görünmez Anayasası” gibidir.
“Yaptığı işi”, olmayan başarıyı pohpohlamak hayata tutunmak gibidir onlar için…
Kalabalıklar içinde büyük yalnızlar yaşar ama bunu “sözde” belli etmezler.
Uyuşturucu gibi çıkmaz yollarda olanların “temel sebebi” bundandır…
“Adam kullanma sanatı” her zaman başroldedir onlar için…
Velhasıl uzayıp gider…
Yazar mısınız diyenlere…
Habertürk’ten Meehmet Çalışkan’ın sıkça kullandığı o deyimiyle “Muhabirim” dedim .
Çünkü “muhabirlik kavramı” yıllardır ölse de, benim içimde hiç sönmedi.
Bu nedenle yollara düştüm…
CEM TV için elime mikrofonu alıp, Anadolu’ya, “maskesiz insanların” arasına karışmaya karar verdim.
Edirne’den Kars’a kadar, memleketimin her diyarı benim…
Yaz derseniz…
Gerçek hayatı, riyasız yaşamları… İnsana insan gibi bakanların sevgi diyarından…
Yazmaya devam ederim elbette…