ONLAR GELECEĞİMİZ, BİZİM ÇOCUKLARIMIZ...
Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı... Her yerde çocuklara yönelik etkinlikler var... Okullarda yapılacak törenlerden sonra "seçilmiş" çocuklar bir dakikalığına da olsa, belki "hayallerini süsleyen" koltuklara oturacak...
Kimi Cumhurbaşkanı, kimi Başbakan, kimi de bakanlık koltuğuna oturacak.
Listeyi uzatmak mümkün.
"Yetkiyi, bir dakikalığına" da olsa devralan çocuklara, meslektaşlarımız yine sorular yöneltecek.
"İlk icraatınız ne olacak?" denilecek...
Çocuklarımızın (pardon bugün bizi yönetecek olan) o parlak, masum ve içten dileklerine, "koltuğunu devredenler" gülümseyerek bakacak...
Gün bitecek, zaman akacak herkes kendi hayatına devam edecek!
Geleceğin Türkiye'nde "ne zaman böyle bir sorumluluk alacağının" hayalini bile belki kuramadan, dersleri sınavları arasında boğuşup duracak!
Sahi siz, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda "koltuğa oturan yönetici çocuklarımızın" direktiflerinin yerine getirildiğine tanık oldunuz mu?
Aralarında "çözülmesi güç ve zaman alan"lar hariç elbette.
Oysa ben "Çocuklar mutlu olsun ve gülsün diye" neler neler vermezdim...
Doğu ve Güneydoğu'da "taş atan" çocukların elleriyle, sevgiye ve barışa dair güller atmasını...
En temel hakkı olan öğrenimini "delik-yırtık ayakkabılarıyla" değil, daha güvenle basacağı şartların oluşmasını...
"Bin bir güçlükle" hazırlandığı sınavlarda haksız bir şekilde "puan rekabeti" kaygısı yaşamamasını...
"Arsızın, tacizcinin, tecavüzcünün" saldırısına uğrar endişesiyle, daracık sokaklarda oynadığı oyunlara anne-babaları tarafından "ambargolar" konulmasını istemezdim...
Afrika'da "açlıktan ölmeyi bekleyen" Akbabaların gölgesinde yaşamak zorunda bırakıln bir çocuk...
Libya'da patlayan her havan mermisiyle annesiyle birlikte savrulan ana kuzusu...
Filistin'de Kalaşnikofları kafasına yastık yapan "minik savaşçı"...
Irak'ta hain bombalı tuzaklarla geleceği karartılan...
Dünyanın her hangi bir köşesinde "ırkçı kavgalar" uğruna geleceği topyekün tüketilen...
Japonya'da tusunamiyle savrulan, nükleer tehlike ile cehenneme dönen hayatlarında yuvasız kalan, kuyruklarda "bir avuç radyasyonsuz" su peşinde olan...
Çocuk olmayı hiç istemezdim...
Ben, bugün her çocuğun "uçurtması tellere takılmadan", hayallerinin peşinden gökyüzünün ucsuz-bucaksız derinlerine özgürce koşturduğu...
Gelecekten hiç endişe etmedikleri "barış dolu" bir dünyada yaşamalarını isterdim.
Mutlu bayramlar çocuklar...
Yapamazsak da bütün bunları, "sizler gibi" hayal etmemizi sağladığınız için...
Onyüzmilyonbaloncuk teşekkürler...
ARDA’YA AYIP ETTİLER
Türkiye’de “yeteneklerin zor yetiştiğini” söyler dururuz…
Ortaya gerçekten de bir yetenek çıktığında önce “okşar, pohpohlar” ve bir yerlere gelmesine “katkı” sağlarız…
O kişi, hangi meslekte olursa olsun, şöhret olunca, para kazanınca, yaşam standardını yükseltince de “geldiği yeri unuttu” diyerek “aşağı” çekmeye başlarız…
Bu yaklaşım medyanın da, sokaktaki, tribündeki, yönetimlerdeki bir çok insanın yıllardır baş vurduğu bir yöntem…
Tıpkı Arda Turan olayında yaşandığı gibi…
Dün “Türk futbolunun yıldızı” olarak baş tacıydı…
Genç ve güzel bir sevgiliyle aşkların en güzeline yelken açtığında…
Lüks araçlara bindiğinde…
Dahası transfer için İspanya yolun göründüğünde…
“Formaya küfür görüntüleri” hemen servis edildi…
Arda’ya ve Arda gibi yıldızlara yapılanlar haksızlığın daniskası değil mi?
NTV’deki son konuşmasını izlediğimde…
Arda’nın daha da olgunlaştığını fark ettim.
Aşk ve “baskılar”, “haksızlıklar” onu daha da olgunlaştırmış…
Hayat böyle… Ne yaşadığını, ne de yaşlandığını fark edecek..
Boş ver Arda… Sen “sus”, ayakların konuşsun yeter…