BİTARAFIM BU AKŞAM?(A.?YA)
Yol haritamdan sapmadan biraz zaman önceydi. Çekip gitme talebini bana ilettiğinin hemen sonrası yani. Oysa kadim zamanların tozlu aşklarını henüz silkelememiştim üstümden. Zihnimin sınır ötesi operasyonlarının gölgesinde başkaldırıyordum kelimelere. ?Gel? desem gelmezdin, ?Git öyleyse? de diyemezdim ki sana. Ama her şey olması gerektiği gibiydi. Belki de ben yazgımın şifrelerini hala çözememiştim. ?Ol!? deniliyordu ve oluyordu işte!..
Bir şeyler ya başlayacak, ya da başlamadan bitecek. Kedilerin nasıl sokakları varsa, benim de özgürlüğe açılan koridorlarım var. Adımlarımı ürkek attığımda karanlıkta yol bulmam daha zor oluyor. Oysa suya damlayan mürekkep gibi dağıldığımda, gideceğim yere varamasam da, ilerlediğimi düşlüyorum. Hep düşlüyorum zaten… Düşlüyorum…” Ol “diyorum, ama olmuyor. Benim yerime “Ol!” diyen bir güç var; ama benim istediklerime “Ol!” demiyor.
Karanlığın içinde daha çok hissediyorum. Gece, üstüne en yakışan siyahını giymiş. Telefonumu da kapadım artık. Sessizliğin derinliklerine inebilirsem, orada beni bekleyen mavi bir ışığın olduğunu biliyorum. Korkum bu belki de. Onu gördüğüm an kaybolacak olan anlam. Sırrı içinde sakladığını sandığım ve açıldığında aslında hiçte sırlı olmayan bir basitlik.
Ötelemek, hayal gücünün beslendiği bir mecra… Olmayan, olacakların asparagas habercisi sanki… Dün inandıklarıma, bugün yol veriyorum. Dün beklediklerime, artık gelmesin diyorum. Şimdi durup düşünmeme vakti. Akış kendiliğinden devam etmeli. Müdahil olmadıkça, zaman tüm şefkatini gösterecek belki; ama değişim isteğini içimden atamıyorum.
Evin içindeki eşyaların yerli yerinde oluşu, yaşadığım tekdüzeliğin işareti. Yatağımı tersyüz etmeli miyim? Her gece ayaklarımı uzattığım yere, bu gece başımı mı koymalıyım? Akış tersine döner mi böyle yapsa, bilemiyorum.
Uzun uzun yürüyorum zihnimin vadisinde. Toz bulutları arasında küçük ışık hüzmeleri görülüyor. Güneşin aydınlattığı bir yerlere mi geliyorum; yoksa, tamamen benim yarattığım bir serap mı gördüğüm?..
Sesini duyuyorum senin. Dalgalı denizleri bile imana getirecek o Tanrısal tınıyı… Ama o kadar mesafelisin ki, yabancılığımı hissettiriyorsun bana. Aslında normal olan da bu değil mi? İki yabancıyız, ayrı ve yalnız… Tuhaflık ben de galiba yine… Ruhumun bir parçası bilmişim seni. Hani bebekler annelerini kendi uzantıları gibi algılar ya, öyle bir şey işte… Dokunmadan, soluklarını boynumda hissetmeden alışıvermişim sana…
İçindeki delişmen kelebeklerin nedeni olamadım hiçbir zaman… Belki bu yüzden suskunluğa gömülmem. Sessizliğime, kırgınlığıma felsefi bir anlam vermeye çalışmam da boşuna; kimi kandırıyorum ki! Basit bir açıklaması var aslında: Sen yoksun; hiçbir zaman da olmayacaksın…
Sana ulaşmak için yarattığım bahanelere ben bile inanmaz oldum. Sana vardığımda da, bir an önce çekip gitmemin bahanesini senden duyar oldum. Sessizliğin derinliğinde bekleyen mavi ışığı yeniden arıyorum şimdi. Onu bulma inancımı korumam gerekiyor. Bu benim yaşama güdüm. Aşk tesadüfleri sever diyorum kendime… Belki de aşk, maviyi aradığım yerde değil, mavinin umudu doğurduğu yerdedir.
Öyleyse masmavi bir yolculuğa çıkıyorum zaman kaybetmeden.
Tesadüf bu ya; sesin gelmeye başlıyor yeniden…