KADIN KO(R)KUSU
Mekan: İstanbul?un bir yerlerinde, bir barın üçüncü katı. Bir yok kentin, yok mekanı?Zaman: Adam tarafından sonsuzluk, kadın içinse herhangi bir akşam.
Kişiler:
Melek: Özgür, delişmen, kimi zaman da zehir dilli… Suya baksa yansımasının etrafında hareler oluşturacak kadar da ılık bir ruhu var. Öfkelendiğindeyse alev bakışlarıyla kalplerde yangın çıkarıyor. Dünya dışından, çok bir kadın. Sözcüklerinde, çocuk oyunlarının sırlarını taşıyan bir giz saklı sanki. Adam içinse sırf göz, sırf tebessüm… Yaşama tutkuyla sarılma nedeni. Öyle bir kadın ki, mesajını ancak sinyal sesinden sonra bırakabilirsin ona…
Adam: Melek’in varlığıyla Tanrı’ya ve yaşama kendini daha yakın hissediyor. Çocukluğunun oyuncak treninde kazasız belasız mutlu bir yolculuk düşlüyor Melek’le… Her günün hesabının tutuyor, yetersiz matematik bilgisiyle. Çok seviyor Melek’i… Sevgi bazen kan oluyor akıyor gözlerinden. Olanaksızlığın içinde çıkış yolu arıyor. Aşkı bir sihirli sandık gibi sunmak istiyor ama, Melek’in bu aşka verebileceği bir yanıtı yok henüz.
Garson: Susma hakkını kullanıyor sonuna kadar. Sadece izliyor, sadece işini yapıyor. Farklı yaşamlara imrenmenin kıskançlığını taşıyor gözlerinde. Güleç, yeni yetme bir oğlan çocuğu işte… Ekmek parası peşinde.
İçeriye girdiklerinde saatine baktı adam… Burayı Melek’in beğenmesi için içinden dua ediyordu. Başka bir yer arayacak kadar zamanları yoktu. Herkesten uzak olsunlar diye üç katlı barın merdivenlerini tırmandılar Melek önde, adam arkada. En üst kat boştu. Cam kenarında bir masaya oturdular. Melek asla hayatla bağını koparmak istemezdi. Sözcükler tükendiğinde dışarıdaki hayatı seyrederek avunacağı bir pencere olmalıydı yanı başında.
Adam uzun bir süre gözlerine bakamadı Melek’in. Ama anı paylaşmanın yağmurlarında yıkanmayı arzuluyordu. Suskunluğun sözcük dağarcığından kelimeler uçuştu dört bir yana. Hayatın çöp sepetindeyken bulmuştu Melek’i adam. Adımlarını sağlam atması gerektiğini biliyor, ama koşarcasına yol alıyordu… Kalbi diline yetişemiyordu, onunla konuştuğunda. Kazanmak isterken, yitirmekten korkuyordu.
Garson çocuk kendisi için rutin hale gelen bir işin isteksizliğiyle ne istediklerini sordu. İki biranın sıcak geceye serinlik getireceğini düşünerek bira istedi Melek… Adam zaten biralanmıştı Melek’i beklerken, değiştirmedi…
Melek dışarıyla meşgul olduğunda adam onun zarif boynunu seyrediyordu. Hiç sahip olmadığı ve bir daha asla sahip olamayacağı kadının hayatının uzatmalarında karşısına çıkmasına lanet etti içinden. Canını yakan her acıyı, ağız dolusu bira yudumları ve ciğerlerine kurşun gibi oturan sigara dumanıyla sağaltmaya çalışıyordu. Ne kadar da inceydi Melek… Ona karşı duyumsadığı cinsel arzuları, şefkat örtüsüyle örtüyordu Melek’in zayıflığı. Arzularına karşı koyamadı. Tutkuyla belinden kavrayarak kendine çekti kadını. İşte hayatı bu noktada dondurmak isterdi. Evrendeki varlıkların, anlamın kaybolması… Hiçliğin orta yerinde sadece Melek’i hissetmek istedi kokusunu içine çekince. Melek’in de karşılık vermesiyle daha bir mutlu oldu. Dudaklarını öptü usulca… Aslında zehirli dudaklarının onu ölüme sürükleyeceğini öyle iyi biliyordu ki… Korkmadı katilinden…Bir daha, bir daha öptü.
Öpücüklerle beraber, barda çalan müziğin varlığının farkına vardı. Müzik yeni mi açılmıştı, yoksa geldiklerinden beri çalıyor muydu? Düşündü, sonra da önemsemedi. Melek dans etmek isteyecekti. O hayatı iliklerine kadar yaşayan bir kadın olarak, bunu isteyecekti evet. Korktu. Duygularının ona eşlik edemeyeceğinden, kollarının ve bacaklarının acemilik yapmasından korktu… Okul yıllarındaki partilere de bu korku yüzünden gitmemişti zaten. Arkadaşlarının ısrarlı çağrıları karşısında, bundan hoşlanmadığını söylemek zorunda kalıyordu. Oysa deli gibi dans etmek istiyordu. Oysa şimdi daha zordu. Yaşlı hissettiği bedenine eğlenceyi, dansı yakıştıramıyordu. Melek’in dans teklifini kibarca geri çevirdi. Yüzü asıldı Melek’in… Adam bunu görünce onu bir kez daha sıktığını ve bu buluşmanın neden ilk ve son buluşma olduğunun cevabının burada yattığını düşündü. Al Pacino’nun Kadın Kokusu filmindeki dans sahnesi geldi aklına. Ne kadar büyüleyiciydi kör adamın partneriyle yaptığı dans. Kendini onun yerine koyarak bir süre Melek’le dans ettiğini düşündü. Komik buldu sonra hayallerini… Utandı ve son bir çırpınışla Melek’in ellerini tuttu. Parmaklarını parmaklarına geçirerek sıkmak, ona sahip olmak istediğini göstermek istiyordu. Yapamadı… Sadece usul usul okşadı. Avucuna aldığı ellerini seyretti hayranlıkla. Gözleri yüzük parmağını dolaşırken bir alev topu yuvarlandı içine. Melek’in o küçük parmağındaki tırnak kırılmış, adamın hayal ettiği bir geleceğin varlığını da kırmıştı sanki. Kadının parmağındaki yüzüğe aldırmıyordu, ama bu kırık tırnak daha çok acıtıyordu içini. Görmemek için avuçlarıyla kamufle etti Melek’in elini…
Tılsımlı birkaç söz söylemek istedi, Düşünceleri sanki ses olup barın köhne salonunda yankılanıyormuşçasına, kötü giden bir şeylere dur demek istedi. Elinden bir şey gelmeyecekti. Keşke elinde yazgısını silebileceği bir nesne olsaydı.
Melek, dışarıyı seyrederken, yağmurun birkaç damlayla cama tıkladığını gördü. Ayrılık zamanının geldiğini anlatmak için gözlerine baktı adamın. Zamanın bu sel sularına kapılmış sürüklenmesiyle bu unutulmaz, bu sonrasında anımsadıkça acı verecek akşam sona eriyordu işte. Melek’in yarın yapacak önemli işleri vardı. Hayatının en mutlu gününde gözleri kamaştıracak kadar güzel olmak istiyordu. Sevdiği adamın onu mutluluk dansına kaldırması için sayılı günler kalmıştı. Saatine baktı, sonra bir kez daha adamın ürkek gözlerine. Giderken adamın avucuna para sıkıştırdı, hesabı ödeyebilsin diye. Sonra dostça yanağına ıslak bir öpücük kondurdu. Bir daha hiç arkasına bakmadan merdivenlerden indi. Adam bir başınaydı yine. Usulca doğruldu sandalyesinden; Melek’in kalktığı yere oturdu. Camın buğusunu sildi. Elini gözlerine siper ederek baktı karanlığa… Ama, bir daha Melek’i göremedi. Avucundaki paraya baktı, okşadı. Bir bira daha içebilirim diye düşündü. Garson çocuk ona bakıyordu. Bira istedi ve başını bir dostun omzuna yaslar gibi masaya kapandı.
Melek’in ellerini tutuyordu şimdi… Melek sevgiyle gülüyordu gözlerine… Neşeli bir topluluğun önünde dans ediyorlardı. Beyazlar öyle yakışmıştı ki… Sadece gözlerini görüyordu adam Melek’in… Müzikle beraber zamanın içinde kayıyorlardı, ışıklar birer birer kararırken… Onların üstündeki ışık asla sönmüyordu.
Tık sesiyle başını kaldırdı. Garson çocuk ısmarladığı birayı getirmişti. Eliyle itti bardağı. Masadaki beyaz, incecik vazoyu aldı önüne. Okşadı. Masada kaydırarak dans ettiriyordu porselenin kayganlığını duyumsayarak. Tam bardağın etrafından dolaştırırken vazo masanın kenarından kaydı. Kırık parçalara baktı adam. Artık tutamıyordu kendini… Gözlerindeki yangını ancak gözyaşlarıyla söndürebilirdi. Gökyüzü ondan daha hızlı ağlamaya başlamıştı. Bir yandan ayağıyla yerdeki porselen kırıklarıyla oynuyordu. Bira bardağı öylece duruyordu. Garson çocuk ortalarda yoktu.
Melek bir daha dönmemek üzere gidiyordu…
Dans etmek istedi canı… Kalktı ve beceriksiz hareketlerle dans etmeye başladı, masaların arasında. Gülünç bir kuklaya benziyordu. İpleri bir çocuk tarafından oynatılan bir kukla…
Garson çocuk, merdivenlerin başında durmuş adamı nasıl sokağa atacağını düşünüyordu.