SİYAH KOZA...
Daha önce bu ıssız yere gelmemiştim. Alışkın olduğum gürültüler kesildi. Önce, tedirginlik hissediyorum. Sonra, anlamaya çalışıyorum. Beklemediğim zamanda, hiç tahmin etmediğim bir yerdeyim.
Ağaçların altına gizlenmiş bir yer buluyorum. Hayattan kopmadan, ama fazla da yüzgöz olmadan içimi dinleyebileceğim en ideal yer burasıdır herhalde. Tabi ideallerim ne kadar gerçekse!
Belirli aralıklarla dizili banklar, sokağın misafir odası gibi. Park, konuklarını karmaşanın şerrinden koruyan sıcacık bir yuvayı çağrıştırıyor. Usulca bırakıyorum bedenimi nemli tahtanın üzerine. Mutlak teslimiyet duygusu?
Başlangıçta ürküyorum. Nereye koymalıyım elimi? Bacak bacak üstüne atarsam yaşamı kökünden çözümlemiş bir adam izlenimi verebilir miyim? Karanlıkta kim fark eder ki! Üstelik ortalarda kimsecikler de görünmüyor. Neden olmaya çalışıyordum da, olmuyorum bilmiyorum. Doğru anlaşılmak isteği değil bu. Belki de yalanlarla bezeli varoluşun, farkına varılmayan sahte gerçeklik duygusu.
İnsan, yanlış anlaşılmaktan mı korkar; yoksa bir başkasını oynamasının deşifre olmasından mı? Keşke sadece dört yanlış anlaşılmak bir doğruyu götürse? Ama, hayatta yaptığın bir yanlış tüm doğrularını silip süpürüyor?
Sorular sormak yerine içimi dinlemek için gelmiştim buraya? Zihnimin sorgulayıcı gevezeliklerinden, anı yaşamaya fırsat bulamıyorum.
Gece, çok güzel aslında. Hissedemesem de biliyorum. Nedense geçmişe yakıştırıyorum onu. Karanlıkta aldığım her solukla çoğalıyor anılarım. Zamanla keşfettim bunu. Önce, sigara dumanı gibi derin bir soluk çekiyorum içime. Burnumdan akışını izliyorum sonra buharın. Dudak değil, görüntü tiryakiliği benimkisi? Birazdan nasılsa bir sigara yakarım. Ciğerlerim tıkanmadan keyfini çıkarayım bari diyorum. Buhardan halka yapılmıyor ama? Olsun.
Gözlerim kısılı, sokak lambasına bakıyorum? Aniden gözümü açtığımda, patlayarak dağılıyor ışık? Bir daha kısıyorum, yeniden açıyorum gözlerimi ? Çocukluğumdan beri oynuyorum bu oyunu? Oda lambasının ışığına uzun süre bakıp, ağlamaca oyunu? Işıktan süzülen hüzün? Büyüklere izahı kolay; nedeni ışığa dayandırılacak olan birkaç damla göz yaşı?
Bir tek başınalık teması galiba hepsi? Oturduğum şu bankın soyulmuş boyalarında bile yalnızlığın izlerini buluyorum. Telleri eksilmiş, sırtı yerlerde sürünmekten eprimiş mandolinimi anımsatıyor. Baba, oğluna meşgale arıyor. Belki de kendi başarısızlıklarına bir kılıf. Notasızlığın özgürlüğünde uydurduğu kakafoniyle mutludur aslında çocuk. Ona aittir yarattığı. Tutmaz ezgileri ebeveyn piyasasında. Arz-talep meselesi ne de olsa?
Parka kimseler uğramıyor. Bence hiç sakıncası yok. Yerde, önceden kalan kırık bira şişeleri var. Bu paramparçalığın içinde kimbilir ne arzular saklı. Yeniyetme birkaç veledin erkekliğinin hırçın dışavurumu. Kızmıyorum. Şefkat duyuyorum daha çok. Kendime benzettiklerimi sevmek, aslında sevilme ihtiyacımın; özümü besleyerek açlığımı yatıştırma çabamın sonucu galiba.
Kulak kabartıyorum geceye. Çevredeki evlerden yayılan televizyon seslerinden ne izlediklerini bulmaya çalışıyorum. Birinden aralıklı silah sesleri geliyor. Vurulan kadının iç sızlatan çığlığı? Dilini bilmediğim adamlar konuşuyorlar. Kadın ağlayarak yakarıyor onlara. Ses kesiliyor birdenbire. Başkalarının duyduğunu fark etti galiba bir çocuk. Çocuk?.. Şiddetten uzak tutmalıyız çocukları. Televizyonda görmeyip, hayatta karşılaştıklarında aptala dönsünler. Kocaman adam olduklarında "Baba bu ne?" diye sorsunlar. Susalım sonra. İnsanlığın yaptığı ahmaklıkları açıklayamadığımızı anlayıp, hayata verdiğimiz anlamlardan kuşkuya düşelim?
Ufak ufak kaykılıyorum bankta. Utangaç bir yatış. Bana ait olmayan eşyanın, tabiatı da bana uymuyor.
Mesele ahşabın sertliği değil. Mülksüzlüğün refleksiyle diken üstünde olma durumu. Üniformalı biri gelse şimdi, ona düşlerimin meteor yağmurunda yıkanmak için beklediğimi söylesem. "Gel biz seni ıslatırız!" der diye korkuyorum. Böylesi iyi. Tanrı misafiriyim ne de olsa. Gerçi kapılar eskiden olduğu gibi Tanrı misafirlerine açılmıyor artık. Bir göz beliriyor. Sonra kayboluyor. Evde yokuz korku! Güvenli hayat kapalı kapıların ardında? Şimdi gidin, sonra da gelmeyin? Yanlış adreste miyiz acaba?
Geç oldu. Uyumalıyım. Koyunları sayacak bir çoban olmalı aslında tembeller için. Hem kurtlardan korunmanın yollarını herkesten iyi bilir çoban. Notalarında "Fareli Köyün Kavalcısı"nın melodileri gizlidir. Notalar, çağırır. Notalar dökülür eteklerden; taşlardan saklamanın mümkün olmadığı sırlar gibi. Çobanın peşinden sürüklenir gideriz kaygılarımızı ardımızda bırakarak.
Uyumak? Yarı ölü olarak değil ama... Layıkıyla uyumak. Göz kapaklarında yeni bir günün sevincini taşıyarak. Yaşamın tüm resimlerini yeniden yorumlayarak görülecek rüyalarla... Gün boyu sıkıntısını çekip, dayanamayarak düşlerinde itiraf etmeye karar vermek? Ertesi gece başkasıyla paylaşmak arzusuyla "gündüz gözüyle" diyerek odanın soluk ampulüne bakmak? Anlatmak ve anlamak? Yine birkaç damla gözyaşı arınmak için?
Kararlıyım bu gece. Ertelediklerimi unutuyorum. Yeniden kararlar almalıyım. Çürüdü eski hayallerim. Başlamak, zor değil aslında. Geçmişte yaşadığım, başlayıp da bitiremediğim anılar tedirgin ediyor sadece. Bugünün dün olmadığını anımsayınca da içime su serpiliyor az da olsa. Her yeni umut " Bu kez olacak!" demenin taze heyecanını taşıyor içinde. Yeniden başlayacağım. Adım gibi biliyorum.
Çukur ne kadar derin olursa olsun, yukarıya tırmanmanın bir yolu var.
Şimdi göremesem de, gökyüzünde yıldızlar olduğunu biliyorum. Sahte aydınlatmalarımızla yıldızların ışığını yitirsek de onlar oradalar.
Karanlığın koynunda uyumalıyım. Görünmeyen yıldızları içimde parlatmalıyım birer birer?
Düşünmeden, hayatı derinlerimde hissetmek istiyorum. Üzerimdeki ağırlık, soluklarımı yavaşlatıyor. Kişisel tarihimin en çetrefil yolculuğuna çıkıyorum. Uyanmak için uyuyorum. Özgürlüğe doğru yolculuğumda geri sayım başlıyor. Dönüşüyorum yavaş yavaş?
10?
9?
8?